18 Eylül 2012 Salı




Karanlığa her kim saparsa ışığı mutlaka arayacaktır. Lakin ona ulaştıklarında, göz kamaştırıcı ışıktan gözlerini sakınacaklardır. Hatta acı bile çekeceklerdir. Gerçek bu. Bir gün senin de gözlerin gerçeğin ışığında yanacak. İşte o zaman kadim karanlığı tadacaksın.

                                                                                                    Ergo Proxy | Bölüm 9


6 Eylül 2012 Perşembe

Albert Camus | Dünyanın saçmalığına anlam kattı


  Albert Camus, 4 Ocak 1960′ta trafik kazasında öldüğünde pek çok insan bunun bir intihar olduğunu düşündü. Belki de yanılmıyorlardı, fakat Camus’nün Absürt felsefesini bilenler onun bir arabanın önüne atlayacak türde bir insan olmadığını iyi bilirler. Albert Camus, Sisifos Söyleni’nde bildiğimiz Antik Yunan mitini alır ve onu kendi düşüncesinde harmanlayarak, “Sisifos’u mutlu bir şekilde tahayyul etmek gerekir.” der. Çünkü Sisifos, tanrılar tarafından cezalandırıldığı ve mecbur olduğu için değil, kendi tercihi olduğu için her gün baştan o koca kayayı iterek tepenin başına kadar çıkarır.

 Tıpkı bizim her sabah tekrar yataktan kalkıp da neler olacağını bilmemize rağmen aynı metroya, otobüse, dolmuşa, arabaya–belki helikoptere veya uçağa–binmemiz ve adına ofis, iş yeri, dükkan, mağaza, vb. dediğimiz yere gitmemiz gibi. O sıcak yataktan kalkıp o yerlere gidip şikayet ediyor, somurtuyor sonra iş arkadaşlarımızla laklak edip iki kahkaha attıktan sonra ne kadar güzel döşenmiş olursa olsun beğenmediğimiz ve aslında başka yerde olmayı tercih edeceğimiz evlerimize dönüyoruz. Evde haftada en az bir kez “seni boşayacağım kadın/adam” dediğimiz eşimizle; sürekli işimize karıştıkları için nefret ettiğimiz (ama öldüklerinde hüngür hüngür ağladığımız ve acısını unutamadığımız) ebeveynlerimizle zaman geçirir ve söylediklerimizin hiçbirisini yapmadan yatağa yatar ve sonraki güne aynı şeyleri tekrar etmek için uyanırız.

 İşte mutluluğun tanımını bu çerçevede yapan Albert Camus’nün kendini arabanın önüne atarak intihar etmiş olabileceği düşüncesi bize olduğunca ‘saçma’ (absürt) gelir. İntihar edecekse bile ondan apayrı bir şey yapmasını bekleriz. Ama belki de o, olanca absürtlüğüyle intiharı da olanca sıradanlığı içerisinde deneyimlemiştir. Tabii biz bunları bilemeyiz.

 Ölüm bir istatistik ve devlet işi oldu mu, dünya işleri artık iyi gitmiyor demektir. Bu absürtlük düşüncesi çerçevesinde, Albert Camus‘yü özellikle bugün anmadan geçmemek lazım. Zira, ben–eğer yaşasaydı–Camus’nün Türkiye’yi çok seveceğini düşünüyorum. Burada onun için sonsuz malzeme ve karakter taslakları çıkardı. Neden mi? Daha dün sayın Başbakanımız, kürsüye çıkıp; “Bizim derdimiz insandır.” derken aslında kendi emriyle öldürülen 35 insandan söz ediyordu. Bu absürtlük çerçevesinde Albert Camus‘nün bu ülkede çok anlaşılmaması ve bazı insanların: “Bence bu adamın yazdıklarının hiçbir anlamı yok” demelerini gayet iyi anlayabiliyorum.

 Şunu da gayet iyi anlıyorum: Dün yaptığı konuşmada ‘ölüm bir istatistik ve devlet işi’ olmuştu. Artık sayılardan ve yapılan ‘basit hatalardan’ söz edildiği noktada insan yaşamının–zaten olmayan–değeri kalmamış demektir.

 Bir insanın diğer bir insanı başına güneş geçtiği için öldürmesi ne kadar saçmaysa –ki bu biraz anlaşılabilir– bir grup eli silahlı insanın başka bir grup eli silahlı adamı öldürmesi; karşılıklı birbirlerini öldürmeleri de o kadar saçma (absürt)! Albert Camus, hayatını bize bu saçmalıkları müstehzi bir düşünce sistemi ile anlatarak geçirdi. Sözünü ettiği saçmalığın sonuna kadar içinde yer aldı ve sonunda absürt olduğunu iddia ettiği dünyayı haklı çıkaracak kadar saçma bir şekilde öldü. Ama ölmeden önce çok güzel şeyler yaptı. Yaratıcı olarak ölümün kendisine hayat verdim. Ölmeden önce yaptığım şey bu.


[alıntı: grizine.com]


3 Eylül 2012 Pazartesi

I, Pet Goat II




bu videoyu izlememde emeği geçen kadim ve übermensch insan, venus prensesine teşekkürler.