30 Nisan 2011 Cumartesi

Tom Waits - Dead and Lovely

Wolfmother - Tales from The Forest Of Gnomes

Öyle bir hayat yaşıyorum ki



Öyle bir hayat yaşıyorum ki, 
Cenneti de gördüm cehennemi de
Öyle bir aşk yaşadım ki
Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.
Bazılar seyrederken hayatı en önden,
Kendime bir sahne buldum oynadım.
Öyle bir rol vermişler ki,
Okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde,
Hem kızdım hem güldüm halime,
Sonra dedimki 'söz ver kendine'
Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin,
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin,
Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin.
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.
Öyle bir hayat yaşadım ki,
Son yolculukları erken tanıdım
Öyle çok değerliymişki zaman,
Hep acele etmem bundan, anladım...

- F. Nietzsche -


Epiphany







Slavoj Zizek ''Sevgi kötülüktür''

Sis


nedensiz yok oluşlar geziyor damarlarımda
bütün gururlar utanç içinde
bir aşkın gölgesi çöküyor bedenime
konuşamıyorum
sen benim beşinci mevsimim
neden tabut kadar soğuk ellerin
sen benim kayıp cennetim
gözlerindeki sis ne için
huzur kutsuyor sessizliği
kalbim nerede
gözlerim kapanıyor
ruhum dağlanıyor
bu riyakâr ağıtlar
bu aciz dualar
kimin için


- U. Yalçın -


Pain of Salvation - Where it Hurts

Steve Von Till - To the Field


"Kırılacak 206 tane kemiğiniz varken, aptalın biri gelir kalbinizi kırar"

- M. Longston -




The Civil Wars - "Dance Me to the End of Love"



Her şey bir sokak çocuğunun elini cebine sokabildiği kadar boş. Öznesi olmayan cümleler gibi değersiz. Ve senin "naber'' soruna "iyilik" dediğim kadar yalandı.  Olsun.

Ben yine de gülmeye devam ederdim.
Sen , açtığın yaralara hep yenisini eklemekten vazgeçseydin,
öncekileri 
unutabilirdim...

- K. İskender -


Matilde'ye Sone





Seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman,
çünkü iki yüzüyle karşına çıkar hayat.
Bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın,
ateş de pay alır kendine soğuktan.

Seni sevmeye başlamak için seviyorum seni,
sana olan sevgimi sonsuzlaştıracak
bir yolculuğa yeniden başlamak için:
bu yüzden şimdilik sevmiyorum seni.

Sanki ellerindeymiş gibi mutluluğun
ve hüzün dolu belirsiz bir yarının anahtarları
hem seviyorum, hem de sevmiyorum seni.

Sevgimin iki canı var seni sevmeye.
Bu yüzden sevmezken seviyorum seni
ve bu yüzden severken seviyorum seni.

- Pablo Neruda -



sebastian's voodoo




fedakarlık...

Aynı yalınlıkla ölmek isterim



Aynı yalınlıkla ölmek isterim
Kırda bir çiçek gibi, sakin, gösterişsiz.
Mum yerine yıldızlar parlasın üstümde
Yeryüzü uzansın altımda sessiz.

Ben aydınlık ve özgürlük delisiyim
Varsın hainleri gizlesinler soğuk bir taş altında
Dürüstçe yaşadım ben, karşılığında
Yüzüm doğan güneşe dönük öleceğim.


// Jose Marti //

Portland Cello Project - 'Denmark'

29 Nisan 2011 Cuma

Bizi Ayıran Duvar / Bölüm 2



Merhaba Uwe,
  
   Bugün on beş kilometre ancak yürüyebildim. Hava kararınca rotamızda işaretlediğimiz yedinci kulenin yaklaşık üç kilometre doğusunda mola verdim. Çadırımı kurup biraz uyudum. Nedense önceki günlerden fazla yoruldum bugün. Metrekareye düşen on altı adet Japon turistin yürümemi zorlaştırması bir etken olabilir. İngilizce konuşmama rağmen söylediklerimi anlamadıkları yetmezmiş gibi sürekli “yoiii yoooooaa… koiko daaaaa…” diyerek dolanan bu fotoğrafçı robotlar, mütemadiyen sözümü kestiklerinden birçoğunu iteklemem gerekti. Dirseklerim ağrıyor. Az önce kas gevşetici aldım. Kahvemi yudumlarken sana bu mektubu yazıyorum.

  Senin öküz bir insan olduğunu iddia ettiğim kavgamız ne ilkiydi ne de ikincisi. Kronolojik olarak ilk beşte bile değil. Yani öküz olman şöyle dursun hafıza konusunda bir lepistesten farkın yok. Öte yandan en çok bir lepistes kadar romantiksin. Beckenbauer, üçüncü evlilik yıldönümlerinde karısı için evlerinin bahçesine bir kamyon papatya dökmüş bunu biliyor muydun? En sevdiğin adamı biraz örnek alsaydın ben bu uzun yürüyüşün sonunda “sorun sende değil, elveda” demek yerine rüzgârda uçuşan duvağımı zaptetmeye çalışacaktım. Ayrıca olayları çarpıtmada da üstüne yok. O Konfüçyüs büstü kafama isabet etseydi hastane hastane dolaşarak ölmeden önce kafasını komple bağışlamış bir genç kadın cesedi arardın. Senin bir vandal olduğunu daha önce anlamalıydım. Trafiğe takılmışmış. Hangi trafiğe? Berlin’de trafik mi vardı o yıllarda? Hem de o saatte. Sen o gün randevuya birahaneden gelmiştin. Ağzın Octoberfest çadırı gibi kokuyordu. Ne kadar sarhoş olduğunu hatırlatayım mı? Proje dosyasına girmesi açısından söylememe izin ver: Binaya girdiğinde Çin büyükelçisinin Nadia Comaneci’den gayrimeşru bir çocuğu olduğunu iddia ettin, kültür devrimi hakkında ileri geri konuştun ve Jackie Chan’ın filmlerine gıcık olduğunu söyledin. Jackie Chan Çinli değil, bu bir. Babamın iş ortaklarından biri Alman Dışişleri Bakanlığı Müsteşarlığından emekli olmasaydı seni içeri tıkarlardı, bu iki.

  Vegas’ta olanları ise hafızamdan silmek için çok didindim. Çünkü bununla yaşamak istemiyordum. Sevgilimin beni pokerde yenmesi asla gerçek bir sorun değildir. Gerçek sorun, sevgilimin Rus bir fahişeyi pokerde yenmesidir. Çıplakken. Elbette bunu da inkâr edeceksin. Ne de olsa inkâr, nü-poker oynamak ve insanlara bronz kafalar fırlatmak kadar yetenekli olduğun bir alan. Dua et kadının kocası seni uzun namlulu silahıyla delmeye geldiğinde araya babamın iş ortaklarından biri olan Moskova Belediye Başkanı girdi. Adam o gün şans eseri bizim otelin rulet masasında bir araba yükü para kazanmamış olsaydı, alnındaki kocaman üçüncü göze bakan kişi arkanı rahatlıkla görebilecekti. Şimdi utanmadan kalkıp nefret ettiğimi söyleyebilirsin filan diyorsun. Hayır, senden nefret etmiyorum. Çin devletinin bu projeye yıllarca izin vermemesinin tek müsebbibi olmana rağmen sana sadece acıyorum Uwe.

  Her şeye karşın aramızda bir arkadaşlık var. Paylaşılmış yıllar ve anılar var. Kaldı ki birlikte planlayıp inançla sarıldığımız sanatsal bir performansı yürütüyoruz. Nefret etmek istersem proje bittikten sonra bunu düşünebilirim. Ayrıca bu ülkede günlük ulaşımın yüzde otuzunun bisikletle yapıldığını belirtmeden geçemeyeceğim. Çin’deki bisiklet sayısının Almanya’daki futbol topu sayısını geçeceğine eminim. Boş keseden bol bol atmaya bir son vermeyecek ve hiç büyümeyeceksin galiba. Bir sonraki mektuba kadar hoşçakal.

 Arkadaşın Marina.

Bizi Ayıran Duvar



“Belgradlı Marina Abramovic ve Alman Uwe Laysiepen adlarında iki sevgili, 1980 yılında geliştirdikleri ortak bir projeye göre Çin Seddi’nde karşılıklı olarak yürümeye başlayacak ve tam ortada buluşup evleneceklerdi. Çin Hükümetinden izin alabilmeleri sekiz yıl sürdü. Ama bu sekiz yıl içinde ilişkilerini bitirmeye karar verdiler. Proje biraz değişti: performans sonunda evlenmeyecekler, ayrılacaklardı. İkili, doksan gün süren yaklaşık iki bin kilometrelik yürüyüşün ardından ortada buluştu ve ilişkilerini bitirdi.”

Sevgili Marina,
   Sevgili dediğim lafın gelişi. Biliyorsun seninle yollarımızı ayırmaya karar verdiğimizden beri artık birbirimizin sevgilisi değil dostuyuz. Aslında yollarımızı henüz ayırmadık. Yani aynı yerde yürüdüğümüze göre ayırmamış oluyoruz. Benim söylemim mecazi olarak kayıtlara geçmeli. Bunu anlatabilmişimdir diye umuyorum. Umut kelimesi de yanlış fikirlere kapılmana neden olmasın. Hatırlıyorum da bana en sevdiğin kelimenin “umut” olduğunu söylemiştin. Ben de benimkinin “Beckenbauer” olduğunu ekleyince bana kızmış, “öküz bir insan olduğun konusunda bütün dünyayla hemfikirim” demiştin. O zaman çok kalbim kırılmıştı. Bu seninle ilk kavgamız olmuştu değil mi Marina? Belki de ikinciydi? Şey olmuştu hani; Münih’te Çin Büyükelçiliğindeki randevumuza geç kalmıştım ve sen de beni sorumsuzlukla suçlamıştın. Oysa ben sadece trafiğe takılmıştım. Sinirden deliye döndüğünden bana hakaret etmiştin. Ben de koridordaki Mao heykellerinden birini kafana atınca ağlamış, benden nefret ettiğini bütün Çinlilerin duymasını istediğini haykırmıştın.

 Her neyse, üç gündür, günde en az yirmi kilometrelik hedefimizden şaşmadım. Duvarın bu ucu batıda kaldığı için pek kalabalık değil. Bazen yanımdan bisikletiyle geçen kimseler görüyorum. Bunların onda dokuzu Avrupalı. Bisikleti de Çinliler icat etmiş diye duymuştum? İlginç olan şey Çinlilerin zamanında icat ettikleri şeylerin çoğunu şu an kullanmamaları. Örneğin barut? Etraftaki ağaçların yapraklarından çok Çinli görüyorum. Baruta ne gerek var değil mi. Salt insan gücüyle dünyayı fethedebilirler. Fabrikalarda iki dakikada elli tane iskambil kâğıdı kutusu katlayan işçilerden yalnızca tokat atarak ilerleyen küçük bir ordu kursan Las Vegas’ı cepte bil.  Las Vegas deyince seninle birlikte çıktığımız ilk ve tek okyanus ötesi yolculuğu anımsadım.

 Pokerde seni ezdiğimde ağlamaklı olmuş, beni hile yapmakla suçlamıştın. Hâlbuki hile yapmayı bilmem. Fakat o Rus işadamının karısına göz kırptığımı itiraf ediyorum. Çünkü tam o sırada aklıma birden sol gözümü hiç kırpamadığım gelmişti, çocukken alay konusu olurdum bu yüzden. Şanslı günümde olduğum için denemek istedim. Ve inanır mısın hayatımda ilk defa birinin yardımı olmadan sol gözümü kırpabildim. Kadın bunu görmüş ve kendi başıma bunu başarmamı takdir etmiş olmalı. Yani en azından bana göz kırparak karşılık vermesi ve kendisine içki ısmarlamamı istemesi bunun göstergesi. Ama sen beni hiç takdir etmedin.

 Senden saygı görmek istiyor, başarılarımla gurur duymanı bekliyordum. Pokerde ufalanmanın ve sürklase olmanın yol açtığı gereksiz moral bozukluğu nedeniyle bana bütün akşam surat astın.  Ne yani, sevgilimsin diye bile bile sana yenilecek miydim? O zaman karaktersiz davranmış olmaz mıydım? Ayrıca zarif bir kadının içki davetini reddetmek kabalık değil midir? Bunları ısrarla anlamak istemedin. Düşününce hüzünlenmemek imkânsız. Şimdi elinde fırsat var. O bin yıllık duvarların üzerinde yürürken benden nefret ettiğini söyleyebilirsin herkese. Neticede Çin topraklarındayız.



hiçbir şey orijinal değildir.
hayalgücünüzü gazlayan, sizi ilhamla titreştiren heryerden çalın.
eski filmlerden, yeni filmlerden, müzikten, kitaplardan, resimlerden, fotoğraflardan, şiirlerden, rüyalardan, rastgele sohbetlerden, mimariden, köprülerden, tabelalardan, ağaçlardan, bulutlardan, sulak havzalardan, ışık ve gölgelerden beslenin.
sadece ve sadece ruhunuza seslenen şeyleri malzeme alın.
bunu yaparsanız işiniz (ve hırsızlığınız) özgün olur.
özgünlük paha biçilmez, orijinallik safsatadır.
bunları yaptıktan sonra da hırsızlığınızı saklamakla uğraşmayın, tam tersine değerini bilin.
jean-luc godard’ın “nerden aldığınız değil, nereye götürdüğünüz önemlidir.” sözünü hep aklınızda tutun.

- Jim Jarmusch -



Umut; acıların en kötüsüdür çünkü işkenceyi uzatır.

 - F. Nietzsche -

Death - Voice of the Soul

Obsesif


nevrotik sayıklamaların keşke tarafındasın
yaşanmamışların arafında…
avuç dolusu paragraflarla geldim
yapamadım…
bölüm bitti satır arasına düştüm.

sağır edecek kadar sessiz her şey
anlamsızlığın mükemmel fasit çemberi
inançlı intiharların enkaz alanı şakak
ve şakaya gelmez ölümlünün ölümsüz aşkı

aşkla karışık yağar nefret
şimşekler çakılır yüreğin ortasına
ben en güzel anlarımı içinde sen yoksun diye öldürürken
her şeye rağmen
bir ihtimal peydahladım
o da hayırsız çıktı
düşünce suçlusuyum yüreğinin f tipinde
ay ışığı süzülürken hücreme
dilimde efkar makamı
volta atıyorum obsesif düş kırıklarında


Doll Face


televizyon ve dayattıkları üzerine...

El Empleo



” el empleo ” kapitalizmin çalışma şartlarında insanları nasıl birbirine nesne haline getirdiği üzerine hazırlanmış satirik bir animasyon…


Bir kalbin içinde ne taşındığını asla bilemezsin. 
Kırmadan önce iyi düşün; Belki de içindeki sensin.

- William Butler -

The Heavy - Sixteen

Kuzgun



Ortasında bir gecenin, düşünürken yorgun, bitkin
O acayip kitapları, gün geçtikçe unutulan,
Neredeyse uyuklarken, bir tıkırtı geldi birden,
Çekingen biriydi sanki usulca kapıyı çalan;
"Bir ziyaretçidir" dedim, "oda kapısını çalan,
                      Başka kim gelir bu zaman?"

Ah, hatırlıyorum şimdi, bir Aralık gecesiydi,
Örüyordu döşemeye hayalini kül ve duman,
Işısın istedim şafak çaresini arayarak
Bana kalan o acının kaybolup gitmiş Lenore'dan,
Meleklerin çağırdığı eşsiz, sevgili Lenore'dan,
                      Adı artık anılmayan.

İpekli, kararsız, hazin hışırtısı mor perdenin
Korkulara saldı beni, daha önce duyulmayan;
Yatışsın diye yüreğim  ayağa kalkarak dedim:
"Bir ziyaretçidir mutlak usulca kapıyı çalan,
Gecikmiş bir ziyaretçi usulca kapıyı çalan;
                      Başka kim olur bu zaman?"

Kan geldi yüzüme birden  daha fazla çekinmeden
"Özür diliyorum" dedim, "kimseniz, Bay ya da Bayan
Dalmış, rüyadaydım sanki, öyle yavaş vurdunuz ki,
Öyle yavaş çaldınız ki kalıverdim anlamadan."
Yalnız karanlığı gördüm uzanıp da anlamadan
                      Kapıyı açtığım zaman.

Gözlerimi karanlığa dikip başladım bakmaya,
Şaşkınlık ve korku yüklü rüyalar geçti aklımdan;
Sessizlik durgundu ama, kıpırtı yoktu havada,
Fısıltıyla bir kelime, "Lenore" geldi uzaklardan,
Sonra yankıdı fısıltım, geri döndü uzaklardan;
                      Yalnız bu sözdü duyulan.

Duydum vuruşu yeniden, daha hızlı eskisinden,
İçimde yanan ruhumla odama döndüğüm zaman.
İrkilip dedim: "Muhakkak pancurda bir şey olacak;
Gidip bakmalı bir kere, nedir hızlı hızlı vuran;
Yatışsın da şu yüreğim anlayayım nedir vuran;
                      Başkası değil rüzgârdan..."

Çırpınarak girdi birden o eski  kutsal günlerden
Bugüne kalmış bir Kuzgun pancuru açtığım zaman.
Bana aldırmadı bile, pek ince bir hareketle
Süzüldü kapıya doğru hızla uçarak yanımdan,
Kondu Pallas'ın büstüne hızla geçerek yanımdan,
                      Kaldı orda oynamadan.

Gururlu, sert havasına kara kuşun alışınca
Hiçbir belirti kalmadı o hazin şaşkınlığımdan;
"Gerçi yolunmuş sorgucun" dedim, "ama korkmuyorsun
Gelmekten, kocamış Kuzgun, Gecelerin kıyısından;
Söyle, nasıl çağırırlar seni Ölüm kıyısından?"
                      Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."

Sözümü anlamasına bu kuşun şaşırdım ama
Hiçbir şey çıkaramadım bana verdiği cevaptan,
İlgisiz bir cevap sanki; şunu kabul etmeli ki
Kapısında böyle bir kuş kolay kolay görmez insan,
Böyle heykelin üstünde kolay kolay görmez insan;
                      Adı "Hiçbir zaman" olan.

Durgun büstte otururken içini dökmüştü birden
O kelimeleri değil, abanoz kanatlı hayvan.
Sözü bu kadarla kaldı, yerinden kıpırdamadı,
Sustu, sonra ben konuştum: "Dostlarım kaçtı yanımdan
Umutlarım gibi yarın sen de kaçarsın yanımdan."
                      Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."

Birdenbire irkilip de o bozulan sessizlikte
"Anlaşılıyor ki" dedim, "bu sözler aklında kalan;
İnsaf bilmez felâketin kovaladığı sahibin
Sana bunları bırakmış, tekrarlıyorsun durmadan.
Umutlarına yakılmış bir ağıt gibi durmadan:
                      Hiç -ama hiç- hiçbir zaman."

Çekip gitti beni o gün yaslı kılan garip hüzün;
Bir koltuk çektim kapıya, karşımdaydı artık hayvan,
Sonra gömüldüm mindere, sonra daldım hayallere,
Sonra Kuzgun'u düşündüm, geçmiş yüzyıllardan kalan
Ne demek istediğini böyle kulağımda kalan.
                      Çatlak çatlak: "Hiçbir zaman."

Oturup düşündüm öyle, söylemeden, tek söz bile
Ateşli gözleri şimdi göğsümün içini yakan
Durup o Kuzgun'a baktım, mindere gömüldü başım,
Kadife kaplı mindere, üzerine ışık vuran,
Elleri Lenore'un artık mor mindere, ışık vuran,
                      Değmeyecek hiçbir zaman!

Sanki ağırlaştı hava, çınlayan adımlarıyla
Melek geçti, ellerinde görünmeyen bir buhurdan.
"Aptal," dedim, "dön hayata; Tanrın sana acımış da
Meleklerini yollamış kurtul diye o anıdan;
İç bu iksiri de unut, kurtul artık o anıdan."
                      Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."

"Geldin bir kere nasılsa, cehennemlerden mi yoksa?
Ey kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan!
Bu çorak ülkede teksin, yine de çıkıyor sesin,
Korkuların hortladığı evimde, n'olur anlatsan
Acılarımın ilâcı oralarda mı, anlatsan..."
                      Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."

"Şu yukarda dönen gökle Tanrı'yı seversen söyle;
Ey kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan!
Azalt biraz kederimi, söyle ruhum cennette mi
Buluşacak o Lenore'la, adı meleklerce konan,
O sevgili, eşsiz kızla, adı meleklerce konan?"
                      Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."

Kalkıp haykırdım: "Getirsin ayrılışı bu sözlerin!
Rüzgârlara dön yeniden, ölüm kıyısına uzan!
Hatıra bırakma sakın, bir tüyün bile kalmasın!
Dağıtma yalnızlığımı! Bırak beni, git kapımdan!
Yüreğimden çek gaganı, çıkar artık, git kapımdan!"
                      Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."

Oda kapımın üstünde, Pallas'ın solgun büstünde
Oturmakta, oturmakta Kuzgun hiç kıpırdamadan;
Hayal kuran bir iblisin gözleriyle derin derin
Bakarken yansıyor koyu gölgesi o tahtalardan,
O gölgede yüzen ruhum kurtulup da tahtalardan
                      Kalkmayacak - hiçbir zaman!


The Black Keys - Your Touch

Kan ve Mürekkep


Kan ve mürekkebin yüzleşmesiydi
günah çıkarmalar
ve birini sevmekle başlardı
tüm sevaplar
acının kaleme yenik düştüğü yerdi
“sarı saman sayfalar”

Kaybedenin hüsranından
büyük değildi yazılmış hiçbir zafer
Gecenin sessizliği gündüzün çığlığını uğurlarken
hem kazananın hem kaybedenin adıydı
“zaman”

Yalana ihtimal verilmeyen
öznel gerçekliklerin kısır döngüsünde
yaratılan uçurumların sonudur
“başlangıç”

Tanrı ruhunu azad edene kadar
teslim oldukların
temsil ettiklerinden fazla ise
yarım kalmış intihar mektubudur
“son”

Terk edilmişler mezarlığının
bekçisiydi ayrılık
Hayallerini kendinden önce
başkalarına anlattığın zamanlar
geride kaldı
“sahne senin karanlık!”

- U. Yalçın -