29 Nisan 2011 Cuma

Bizi Ayıran Duvar



“Belgradlı Marina Abramovic ve Alman Uwe Laysiepen adlarında iki sevgili, 1980 yılında geliştirdikleri ortak bir projeye göre Çin Seddi’nde karşılıklı olarak yürümeye başlayacak ve tam ortada buluşup evleneceklerdi. Çin Hükümetinden izin alabilmeleri sekiz yıl sürdü. Ama bu sekiz yıl içinde ilişkilerini bitirmeye karar verdiler. Proje biraz değişti: performans sonunda evlenmeyecekler, ayrılacaklardı. İkili, doksan gün süren yaklaşık iki bin kilometrelik yürüyüşün ardından ortada buluştu ve ilişkilerini bitirdi.”

Sevgili Marina,
   Sevgili dediğim lafın gelişi. Biliyorsun seninle yollarımızı ayırmaya karar verdiğimizden beri artık birbirimizin sevgilisi değil dostuyuz. Aslında yollarımızı henüz ayırmadık. Yani aynı yerde yürüdüğümüze göre ayırmamış oluyoruz. Benim söylemim mecazi olarak kayıtlara geçmeli. Bunu anlatabilmişimdir diye umuyorum. Umut kelimesi de yanlış fikirlere kapılmana neden olmasın. Hatırlıyorum da bana en sevdiğin kelimenin “umut” olduğunu söylemiştin. Ben de benimkinin “Beckenbauer” olduğunu ekleyince bana kızmış, “öküz bir insan olduğun konusunda bütün dünyayla hemfikirim” demiştin. O zaman çok kalbim kırılmıştı. Bu seninle ilk kavgamız olmuştu değil mi Marina? Belki de ikinciydi? Şey olmuştu hani; Münih’te Çin Büyükelçiliğindeki randevumuza geç kalmıştım ve sen de beni sorumsuzlukla suçlamıştın. Oysa ben sadece trafiğe takılmıştım. Sinirden deliye döndüğünden bana hakaret etmiştin. Ben de koridordaki Mao heykellerinden birini kafana atınca ağlamış, benden nefret ettiğini bütün Çinlilerin duymasını istediğini haykırmıştın.

 Her neyse, üç gündür, günde en az yirmi kilometrelik hedefimizden şaşmadım. Duvarın bu ucu batıda kaldığı için pek kalabalık değil. Bazen yanımdan bisikletiyle geçen kimseler görüyorum. Bunların onda dokuzu Avrupalı. Bisikleti de Çinliler icat etmiş diye duymuştum? İlginç olan şey Çinlilerin zamanında icat ettikleri şeylerin çoğunu şu an kullanmamaları. Örneğin barut? Etraftaki ağaçların yapraklarından çok Çinli görüyorum. Baruta ne gerek var değil mi. Salt insan gücüyle dünyayı fethedebilirler. Fabrikalarda iki dakikada elli tane iskambil kâğıdı kutusu katlayan işçilerden yalnızca tokat atarak ilerleyen küçük bir ordu kursan Las Vegas’ı cepte bil.  Las Vegas deyince seninle birlikte çıktığımız ilk ve tek okyanus ötesi yolculuğu anımsadım.

 Pokerde seni ezdiğimde ağlamaklı olmuş, beni hile yapmakla suçlamıştın. Hâlbuki hile yapmayı bilmem. Fakat o Rus işadamının karısına göz kırptığımı itiraf ediyorum. Çünkü tam o sırada aklıma birden sol gözümü hiç kırpamadığım gelmişti, çocukken alay konusu olurdum bu yüzden. Şanslı günümde olduğum için denemek istedim. Ve inanır mısın hayatımda ilk defa birinin yardımı olmadan sol gözümü kırpabildim. Kadın bunu görmüş ve kendi başıma bunu başarmamı takdir etmiş olmalı. Yani en azından bana göz kırparak karşılık vermesi ve kendisine içki ısmarlamamı istemesi bunun göstergesi. Ama sen beni hiç takdir etmedin.

 Senden saygı görmek istiyor, başarılarımla gurur duymanı bekliyordum. Pokerde ufalanmanın ve sürklase olmanın yol açtığı gereksiz moral bozukluğu nedeniyle bana bütün akşam surat astın.  Ne yani, sevgilimsin diye bile bile sana yenilecek miydim? O zaman karaktersiz davranmış olmaz mıydım? Ayrıca zarif bir kadının içki davetini reddetmek kabalık değil midir? Bunları ısrarla anlamak istemedin. Düşününce hüzünlenmemek imkânsız. Şimdi elinde fırsat var. O bin yıllık duvarların üzerinde yürürken benden nefret ettiğini söyleyebilirsin herkese. Neticede Çin topraklarındayız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder