Görüntülü Radyo Eksen Filanı from Büyük Ev Ablukada on Vimeo.
çocukken bizi izleyen bir tanrı olduğunu düşünürdüm. şimdi ise o kadar eğlenceli olmadığımızdan televizyonda reality show izlediğinden eminim
15 Kasım 2011 Salı
10 Kasım 2011 Perşembe
22 Ekim 2011 Cumartesi
yağmur her zamanki gibi gecikmişti
mazereti bulut
mavisi karasına katık edildi
devrik cümlelerden geriye kalan enkazı önüne katarak
şehrin paslı logar kapaklarından süzüldü gece.
düşler savurdum küfürden beter
marazı mazisinden emanet.
her yakarış yeniden yankılandı en bilindik bedende
her yolculuk son buldu en umulmadık molada...
mazereti bulut
mavisi karasına katık edildi
devrik cümlelerden geriye kalan enkazı önüne katarak
şehrin paslı logar kapaklarından süzüldü gece.
düşler savurdum küfürden beter
marazı mazisinden emanet.
her yakarış yeniden yankılandı en bilindik bedende
her yolculuk son buldu en umulmadık molada...
8 Eylül 2011 Perşembe
Lamekan
yaz, çocukluktan kalma bir hatıra
içimde hazan sancısı
derinlerde bir hançer
vurgun yemiş benliğim
haykır üstüme üstüme
yüzün paramparça
nefesin dilimin ucunda
kimi öpsem uçacak.
o an sesin tutundu yakama
uçurumlar intihar oranlarındaki düşüşten şikayetçi
postacılar parfümsüz mektuplardan
hesapsız, şafaksız bir bekleyiş arafta
metal kadar soğuk kin
ellerin kadar uzak tin
hudutsuz gecede
lamekan düşlerde
bir huzurevi yangını gidişin
senden payıma düşen bir çift söz
olmadı işte olamadı…
içimde hazan sancısı
derinlerde bir hançer
vurgun yemiş benliğim
haykır üstüme üstüme
yüzün paramparça
nefesin dilimin ucunda
kimi öpsem uçacak.
o an sesin tutundu yakama
uçurumlar intihar oranlarındaki düşüşten şikayetçi
postacılar parfümsüz mektuplardan
hesapsız, şafaksız bir bekleyiş arafta
metal kadar soğuk kin
ellerin kadar uzak tin
hudutsuz gecede
lamekan düşlerde
bir huzurevi yangını gidişin
senden payıma düşen bir çift söz
olmadı işte olamadı…
22 Ağustos 2011 Pazartesi
Adı Hoşçakal
tanrılar gidiş yoluna puan vermiyor
taşıdığımız taşlar hep kafamıza düştü
isyana mecal mi kaldı sisifos
yüreğin depreminde
solunum yolları kör düğüm
eller titrek
richter şaşkın
seni benden alsalar
yine bir eder mi?
ben beni terk etsem
nehirlere karışsam
denizler kabul eder mi?
tasvirlere sığmıyor
taşıyor keder
sonbaharın amortisi belli belirsiz bir tebessüm
yırtılır gözümün perdesi
üstüme düşer geceler
kuşanırken kifayetler yetersizliği
boylu boyunca uzanır sus
sen bilmezsin buraları
yanlış anlaşılmasın diye
insanın yüzüne bile bakılmaz
elalem ayıplamasın diye
musibet bir özleme sarılır bira şişeleri
yolu düştür
teni veba
adı hoşçakaldır buraların
taşıdığımız taşlar hep kafamıza düştü
isyana mecal mi kaldı sisifos
yüreğin depreminde
solunum yolları kör düğüm
eller titrek
richter şaşkın
seni benden alsalar
yine bir eder mi?
ben beni terk etsem
nehirlere karışsam
denizler kabul eder mi?
tasvirlere sığmıyor
taşıyor keder
sonbaharın amortisi belli belirsiz bir tebessüm
yırtılır gözümün perdesi
üstüme düşer geceler
kuşanırken kifayetler yetersizliği
boylu boyunca uzanır sus
sen bilmezsin buraları
yanlış anlaşılmasın diye
insanın yüzüne bile bakılmaz
elalem ayıplamasın diye
musibet bir özleme sarılır bira şişeleri
yolu düştür
teni veba
adı hoşçakaldır buraların
18 Ağustos 2011 Perşembe
17 Ağustos 2011 Çarşamba
ne dedim ki ben şimdi
nasıl başlasam nerden başlasam bilemiyorum.
sanırım en geçersiz sebep bir şeyi bilememek. hayata nerden başlayacağını nereye savrulacağını bile... samimiyetime kendimi öyle bir inandırmışım ki benden çok daha samimi insanların olabileceğini geç fark ettim ve bu insanların hayatlarının yaşanılabilir olduğunu görmem tam bir facia . günümüzün rock starları bu insanlar. her an ulaşabilecekmişiz gibi duran binlerce takipçisi olan yüzlerce facebook arkadaşı olan ve her yaptığı takip edilen insanlar.
bir çoğumuzun hayaletten farkı yokken onlar yaptıkları iyi veya kötü yorumlanan insanlar. sanırım ilgi kütlesel bir şey ve hepsini bir yere kanalize edersiniz diğer insanlar için yalnızlık baki kalıyor. her mahallede bir milyoner olmadı ama her mahallede bir tane isimsiz artist oldu. bu kadar global bir etkileşimde olduğumuz sosyal kelimesinin sakız olduğu bir çağda hepimiz bir kara kutuyuz aslında biriktirdiğimiz, sakladığımız o kadar çok şey var ki. ve biz aslında kaybedenler kulübü bile değiliz sinyorita biz yalnızlar kulübüyüz.
aidiyetlik duygusu büyüme hormonunda bağımsız işleyen hatta körelen çoğu kez zaman mekan kavramı allak bullak olan varlığının sebebiyetini bile hayatındaki herhangi bir varlığa adayamamış insanlar. bu bir seçim değil sinyorita
hayat öyle kişisel gelişim kitaplarındaki öğütler gibi de değil, karma felsefesi de değil, hele hele arkadaş çevrenin realitesi hiç değil. bildiğin sosyal darwinizmin kuduz köpekleri ile dolu hayat.
hayat boktan evet öyle bir bok ki pollyanna bile bileklerini keser, psikologlar çıldırır. palyaçolar makyajlarını silmeden uyur.
ahaha carpe diem aşkım carpe diem diye dolaşan ibibikler hayatı moda dergilerinden, dizilerden takip edenler bunu hiç bir zaman göremez. ha bu durumu belki bazıları bilinçli yaşıyor haz alıyor bu boktan. ama kimisi hiç de haz etmiyor kimisi eylemsizliğin gücüne inanmış kimisi yorgun kimisi hep mağlup bu pislikten.
bir sabah her şeyin güzel olacağı ile uyutulduk yıllarca. sen savaşmadan kimse senin için savaşmıyor zaten evrim buna izin vermez. zayıf olan her zaman ölmeli ise medeniyetinizin canı cehenneme. insan sadece homurdanan bir hayvandır sinyorita.
ben sizin ailenizle yenen sabah kahvaltınız olmayacağım çünkü ben toplumsal yaşamın düzmece bir çıkarcılık olduğunun insanın doğaya karşı bir başkaldırı olduğunun farkındayım. ben kelimesinin özündeki narsistlik bile insanın diğer insanlardan nefret etmesi için yeterli olabiliyor bazen. insan olmanın erdemi varoluşçuluktan önce var etmekten gelir. yok edilen, sömürülen, paralı uşakların kendine özgürüm dediği bir kara parçasında hangi güç beni kahkahanın tonundaki saflığa inandırabilir.
asıl sorulması gereken soru biz bir şeye imreniyoruz ama neye? çoğumuz bu sorunun cevabını bulamadan ölecek.
işte 21. Yüzyıl denilen uygarlık ve teknoloji çöplüğü tam da buna isabet etmektedir. bizler televizyon ve medya ile uyutulan zombileriz. sokak sokak taze et peşindeyiz pazardaki tüketiciler bizim ütülemek istediğimiz beyinlerle dolu. her gün birbirine benzemesi için defalarca bilgi kirliliğine maruz kalan insanlardan uyum sağlayanını kendimize yakın, uyum sağlamayanını öteki kabul ediyoruz. artık aynı ayakkabı modelleri gibi aynı insan modellerini de her köşe başında görebiliyoruz. üzerindeki hakimiyet kolaylaşsın diye insanın doğasına aykırı bir cinayet işleniyor yüzyıllardır. insanlık tek bir forma dönüştürülüyor. boka.
sanırım en geçersiz sebep bir şeyi bilememek. hayata nerden başlayacağını nereye savrulacağını bile... samimiyetime kendimi öyle bir inandırmışım ki benden çok daha samimi insanların olabileceğini geç fark ettim ve bu insanların hayatlarının yaşanılabilir olduğunu görmem tam bir facia . günümüzün rock starları bu insanlar. her an ulaşabilecekmişiz gibi duran binlerce takipçisi olan yüzlerce facebook arkadaşı olan ve her yaptığı takip edilen insanlar.
bir çoğumuzun hayaletten farkı yokken onlar yaptıkları iyi veya kötü yorumlanan insanlar. sanırım ilgi kütlesel bir şey ve hepsini bir yere kanalize edersiniz diğer insanlar için yalnızlık baki kalıyor. her mahallede bir milyoner olmadı ama her mahallede bir tane isimsiz artist oldu. bu kadar global bir etkileşimde olduğumuz sosyal kelimesinin sakız olduğu bir çağda hepimiz bir kara kutuyuz aslında biriktirdiğimiz, sakladığımız o kadar çok şey var ki. ve biz aslında kaybedenler kulübü bile değiliz sinyorita biz yalnızlar kulübüyüz.
aidiyetlik duygusu büyüme hormonunda bağımsız işleyen hatta körelen çoğu kez zaman mekan kavramı allak bullak olan varlığının sebebiyetini bile hayatındaki herhangi bir varlığa adayamamış insanlar. bu bir seçim değil sinyorita
hayat öyle kişisel gelişim kitaplarındaki öğütler gibi de değil, karma felsefesi de değil, hele hele arkadaş çevrenin realitesi hiç değil. bildiğin sosyal darwinizmin kuduz köpekleri ile dolu hayat.
hayat boktan evet öyle bir bok ki pollyanna bile bileklerini keser, psikologlar çıldırır. palyaçolar makyajlarını silmeden uyur.
ahaha carpe diem aşkım carpe diem diye dolaşan ibibikler hayatı moda dergilerinden, dizilerden takip edenler bunu hiç bir zaman göremez. ha bu durumu belki bazıları bilinçli yaşıyor haz alıyor bu boktan. ama kimisi hiç de haz etmiyor kimisi eylemsizliğin gücüne inanmış kimisi yorgun kimisi hep mağlup bu pislikten.
bir sabah her şeyin güzel olacağı ile uyutulduk yıllarca. sen savaşmadan kimse senin için savaşmıyor zaten evrim buna izin vermez. zayıf olan her zaman ölmeli ise medeniyetinizin canı cehenneme. insan sadece homurdanan bir hayvandır sinyorita.
ben sizin ailenizle yenen sabah kahvaltınız olmayacağım çünkü ben toplumsal yaşamın düzmece bir çıkarcılık olduğunun insanın doğaya karşı bir başkaldırı olduğunun farkındayım. ben kelimesinin özündeki narsistlik bile insanın diğer insanlardan nefret etmesi için yeterli olabiliyor bazen. insan olmanın erdemi varoluşçuluktan önce var etmekten gelir. yok edilen, sömürülen, paralı uşakların kendine özgürüm dediği bir kara parçasında hangi güç beni kahkahanın tonundaki saflığa inandırabilir.
asıl sorulması gereken soru biz bir şeye imreniyoruz ama neye? çoğumuz bu sorunun cevabını bulamadan ölecek.
işte 21. Yüzyıl denilen uygarlık ve teknoloji çöplüğü tam da buna isabet etmektedir. bizler televizyon ve medya ile uyutulan zombileriz. sokak sokak taze et peşindeyiz pazardaki tüketiciler bizim ütülemek istediğimiz beyinlerle dolu. her gün birbirine benzemesi için defalarca bilgi kirliliğine maruz kalan insanlardan uyum sağlayanını kendimize yakın, uyum sağlamayanını öteki kabul ediyoruz. artık aynı ayakkabı modelleri gibi aynı insan modellerini de her köşe başında görebiliyoruz. üzerindeki hakimiyet kolaylaşsın diye insanın doğasına aykırı bir cinayet işleniyor yüzyıllardır. insanlık tek bir forma dönüştürülüyor. boka.
15 Ağustos 2011 Pazartesi
7 Ağustos 2011 Pazar
Yeraltından Sesler Korosu
bu gece bir kadın öldüreceğim
biriktirdiğim bütün şehirler şahidim
sarmaşıklar kimseye sırnaşmayacak
kurumuş dudaklarını yaseminler saracak
rahmini yırtarken prematüre sahiler
kan kusacak toprak
apansız bir iftiranın hasadını yiyecek kargalar
sürgün yemiş istikametinin ibresi mahşeri gösterecek.
bu gece bir çocuk öldüreceğim bütün aşkları şahidim
esaretini sırrına sarıp aç köpeklere atacağım
göğsünde ayrık otları bitecek
karanfiller hasedinden intihar edecek
sorgusuna sual edilmeyecek el tutuşmaların
nadasa bırakılacak ayak sesleri
pollyanna bileklerini keserken
balıkçılar psikologları dövecek
akıl hastanelerine daha yakın olacak evler
kim daha çok seviyorsa sevdiğiyle kalacak
dance me to the end of love çalacak bütün radyolar.
biriktirdiğim bütün şehirler şahidim
sarmaşıklar kimseye sırnaşmayacak
kurumuş dudaklarını yaseminler saracak
rahmini yırtarken prematüre sahiler
kan kusacak toprak
apansız bir iftiranın hasadını yiyecek kargalar
sürgün yemiş istikametinin ibresi mahşeri gösterecek.
bu gece bir çocuk öldüreceğim bütün aşkları şahidim
esaretini sırrına sarıp aç köpeklere atacağım
göğsünde ayrık otları bitecek
karanfiller hasedinden intihar edecek
sorgusuna sual edilmeyecek el tutuşmaların
nadasa bırakılacak ayak sesleri
pollyanna bileklerini keserken
balıkçılar psikologları dövecek
akıl hastanelerine daha yakın olacak evler
kim daha çok seviyorsa sevdiğiyle kalacak
dance me to the end of love çalacak bütün radyolar.
3 Ağustos 2011 Çarşamba
İzinsiz Gösteri
ben anlatamadım kendimi
bari bir sigara ver de muhabbet koyulaşsın
kimi sevdiysek yandık köşe bucak
isi kaldı elimizde
izi kaldı yüreğimizde
onlar bilek kesenler
kilometrelerce uzaktan tanırsın
kelimelerinden, gözlerindeki ferden, şakaklarındaki enkazdan
onlar intiharı bile eline yüzüne bulaştıranlar
ölmeyi bile nedene bağlayanlar
bilmezler…
ölmek kefilsizdir.
yalnızlık şiirlerde ritüeldir
kurbanın gözleri açık
bilinci bıçak sırtı
akıl, o zaten hiç var olmadı
yürek desen komada
kıyametimin nüshası kayıp
aile kasabı bir seri katil lakabı
kader ile kederin bu kadar benzemesine
ne demeli?
sen ve ben tesadüf olamaz.
yağmura dur bugün yağma
şemsiyem yok diyemezsin.
ben sana aşkın muhasebesini yapamam sevgilim
bütün organlar iflas ederken
neden kalp kriz geçirir hiç düşündün mü?
sana tek tavsiyem
çocuk parklarına yakın olmasın evin
boşken çok şey anlatırlar
deccalin niyeti belli
ha sen, ha ben ne fark eder.
boğazına yumruk yemiş gibi kitaplar
hiçbir ayette yok münasebetinin karşılığı
tanrı? …
o zaten bütün best seller yazarlar gibi şöhretini perçinliyor.
şairin duası şiirdir sevgilim
oku! Bu bir emirdir
sev! Bu bir eylemdir
aşık ol! Bu bir izinsiz gösteridir.
30 Temmuz 2011 Cumartesi
Hiç
ne zaman bir yerlerde yağmur duası okunsa ağlıyorsun
neyin var diyorum
hiç diyorsun.
yüreğimde ödem
kirpiklerinden atlıyorum
yüzünün hüzünlü coğrafyasına
iliklerime kadar ıslanıyorum.
yer, gök çamur
topyekün bir savaş içimde
serseri kurşunlar alabildiğine ayyaş
inandığım, taptığım her şey çapraz ateşte
posta güvercini ölmeseydi savaş çoktan bitmişti.
hiçi hiçine ölüyoruz öldürüyoruz hâlâ.
siperlerde sürünerek
maziye taşıyorum bir çift bedeni.
neyin var diyorsun
hiç diyorum.
dudak büküyorsun
bütün kadınlar ölüm kokuyor.
yere bakıyorsun
bütün kuşlar yerçekimine yeniliyor.
bana bakıyorsun
bütün aynalar infilak ediyor
maksadı sansürlenmiş
makaslanmış dilimin
oysa ki satırlara sığmayacaktı anlatacaklarım
mürekkep hafızası kadar işleyecektim adını kağıtlara
aforoz edecektim tüm sahipsiz hiçleri.
28 Temmuz 2011 Perşembe
Narkolepsi
can yakıyor kendine sövülen yalanlar,
sıvası dökülen gerçekler.
hayat bir alacaklı gibi dövüyor kapıyı
gün batımları haciz için
kalbimin odalarında
eski bir fotoğraf ve kırık kül tablası…
erteleniyor gün doğumları
cami avlusuna bırakılan bir piç gibi ağlıyor şiirler
ne için?...
aşk kadar pezevenk olmasa da
sevgi çok pelesenk bir kelimedir
inanayım istiyorum
devrime inandığım gibi
bir kadına inandığım gibi
ne zaman tekil bir cümle kursam
biber sürüyorum dilime
salgın gibi bulaşıyor histerik acılar
kalk uyan diyor;
ruhumu tenimden önce kavuran güneş
mutsuz sondan önce yatmayacak çocuklar
kızılderili atasözü kirlenmeyecek beyaz adamın dilinde
her gece ölüp her sabah dirilecek umutlar
eşikteki kadın geri dönmeyecek belki ama,
menekşeler de ağlamayacak artık diyor.
sadece dokunacaktım yüreğine
yol gözümü dağlarken
bir kuşku atardamarımda
göz torbalarımın ağırlığıyla çöküyor başım
uyuyorum sana.
sıvası dökülen gerçekler.
hayat bir alacaklı gibi dövüyor kapıyı
gün batımları haciz için
kalbimin odalarında
eski bir fotoğraf ve kırık kül tablası…
erteleniyor gün doğumları
cami avlusuna bırakılan bir piç gibi ağlıyor şiirler
ne için?...
aşk kadar pezevenk olmasa da
sevgi çok pelesenk bir kelimedir
inanayım istiyorum
devrime inandığım gibi
bir kadına inandığım gibi
ne zaman tekil bir cümle kursam
biber sürüyorum dilime
salgın gibi bulaşıyor histerik acılar
kalk uyan diyor;
ruhumu tenimden önce kavuran güneş
mutsuz sondan önce yatmayacak çocuklar
kızılderili atasözü kirlenmeyecek beyaz adamın dilinde
her gece ölüp her sabah dirilecek umutlar
eşikteki kadın geri dönmeyecek belki ama,
menekşeler de ağlamayacak artık diyor.
sadece dokunacaktım yüreğine
yol gözümü dağlarken
bir kuşku atardamarımda
göz torbalarımın ağırlığıyla çöküyor başım
uyuyorum sana.
26 Temmuz 2011 Salı
23 Temmuz 2011 Cumartesi
22 Temmuz 2011 Cuma
seni hayal gücüme bırakacak kadar güçsüzdüm. ortak bir kimya yakalamışken laboratuar yangınında tanınmayacak halde yok oldu kobay bedenlerimiz. devlet eliyle pasifize etmeselerdi sevginin gücü bireysel silahlanma kadar tehlikeliydi.
- uzuuunnnn bir sessizlik -
sen bir nokta koyuyorsun ben geceleri avunmak için yanına iki nokta koyuyorum. tek tek ayıklıyorum nüfuz ettiğin kelimeleri DNA’ma kodluyorum sesindeki bıkkın tınıyı ve camdan bir kin besliyorum göğüs kafesimde nefes aldıkça kanıyorum. inanıyorum. dağarcığım tekrardan haz etmez aşkım canım bi’tanem??? sonra???
– kısa bir sessizlik - gidiyorsun –
iç ses: Aynı soğukluktayım ben aklım başka yerdeymiş gibi aslında değil! Kül tablasının içinde bir göçmenin hayali kadar yol kat ediyor. Cinnetin acizliği akabinde gelen sükunette olsa da susmak susamak gibi, yanlışları usulca kimse görmeden kabullenmek gibi.
– mimiklerde grev var – geliyorsun –
iç ses: nefret söyleminden iç tüzük yapıyorum bütün hücrelerimin ezberinde. sen aşkın epistemolojik halisin sorularım şaşkın, cevaplar bilindik bir gerçeğin megolaman tekrarları.
– kısa anlamsız bir bakış sonrası yere odaklanma –
iç ses: Varlığın yokluğuma armağan olsun yelkovan akrebi geçtiği sürece ben yine ölürüm ziyanı yok. Pişmanlık yasası son çarem olsa da ben yine paşa paşa cezamı çekerim lüzumu yok.
– sonsuz bir melankoli –
dış ses: Ne istiklal mahkemesi ne engizisyon en iyisi sersiz başa muhakemesiz kör giyotin.
- uzuuunnnn bir sessizlik -
sen bir nokta koyuyorsun ben geceleri avunmak için yanına iki nokta koyuyorum. tek tek ayıklıyorum nüfuz ettiğin kelimeleri DNA’ma kodluyorum sesindeki bıkkın tınıyı ve camdan bir kin besliyorum göğüs kafesimde nefes aldıkça kanıyorum. inanıyorum. dağarcığım tekrardan haz etmez aşkım canım bi’tanem??? sonra???
– kısa bir sessizlik - gidiyorsun –
iç ses: Aynı soğukluktayım ben aklım başka yerdeymiş gibi aslında değil! Kül tablasının içinde bir göçmenin hayali kadar yol kat ediyor. Cinnetin acizliği akabinde gelen sükunette olsa da susmak susamak gibi, yanlışları usulca kimse görmeden kabullenmek gibi.
– mimiklerde grev var – geliyorsun –
iç ses: nefret söyleminden iç tüzük yapıyorum bütün hücrelerimin ezberinde. sen aşkın epistemolojik halisin sorularım şaşkın, cevaplar bilindik bir gerçeğin megolaman tekrarları.
– kısa anlamsız bir bakış sonrası yere odaklanma –
iç ses: Varlığın yokluğuma armağan olsun yelkovan akrebi geçtiği sürece ben yine ölürüm ziyanı yok. Pişmanlık yasası son çarem olsa da ben yine paşa paşa cezamı çekerim lüzumu yok.
– sonsuz bir melankoli –
dış ses: Ne istiklal mahkemesi ne engizisyon en iyisi sersiz başa muhakemesiz kör giyotin.
14 Temmuz 2011 Perşembe
12 Temmuz 2011 Salı
Dizginsiz bir yok oluşun habercisi yarınlar. Bir nihilist ağlıyorsa hayatın sandığın kadar kötü olmadığını anlarsın.
Zaman her şeyi yok ederse beklemek hangi ekseni sapkının icadı. Olacak olan şu an oluyorsa beklemek göreceli değildir.
Morgdan kireç çukuruna giden gölgesiz bedenin huzuru kaplasın geceyi. Amin. Sabrın sonunda kadavra bile canlanır fani yine bildiğini okur.
Mazoşizm başkalarına yapılmasını istemediğin şeyi kendine yapmaktır aşık olmaktır.
Bir kadının dudak kıvrımları düşünce balonları gibidir. Darağacının gölgesi o dudaklarda filizlenirken sen sonsuzluğuna inandığın bir sessizlikten sonra kimseye sarılamıyorsan ve o, hayatı bile bile sevebiliyorsa artık hangi günah kabul edebilir seni.
9 Temmuz 2011 Cumartesi
- Vicdan Rahatsızsa İtiraf Kaçınılmaz Olur - Albert Camus
Şunu ifade etmek istiyorum:
Yitirilmiş bir yoksulluğa -duygusallığa kapılmadan- özlem duyulabilir. Yoksulluk içinde yaşanmış yıllar bir duyarlık oluşturmaya yeter. Bu özel durumda, oğulun anneye duyduğu tuhaf sevgi, onun tüm duyarlığını oluşturur. Bu duyarlığın çok çeşitli alanlardaki belirtileri, çocukluğundaki maddi durumun, gizli kalmış anısı ile açıklanabilir (ruha takılıp kalan bir ökse).
Bunları farkeden kişide bir minnet ve vicdani rahatsızlık ortaya çıkar. Yine bunlardan dolayı bir kıyaslama yapınca, kişi çevre de değiştirmişse, yitirilmiş zenginlikleri duyumsamaya başlar. Zenginlere gökyüzü, fazladan verilen, doğal bir armağan gibi gelir. Yoksullar için, gökyüzü, sonsuz lütfuna yeniden kavuşur.
Vicdan rahatsızsa, itiraf kaçınılmaz olur. Kitap bir itiraftır, tanıklık etmem için gereklidir. Söyleyeceğim, apaçık göreceğim yalnızca tek bir şey var. Alçakgönüllü ya da gururlu insanlar arasında geçen bu yoksul yaşamda, bana yaşamın gerçek anlamı gibi gelen şeyi yakaladığıma eminim. Sanat yapıtları bunu ifade etmeye asla yetmeyecek. Sanat bana göre her şey demek değildir. Ama, en azından bir araçtır.
Rahatsız eden utançlar, küçük korkaklıklar, öteki dünyaya (paranın dünyasına) duyulan bilinçsiz saygı da önemli. Yoksulların dünyasının tek değilse de, kendi içine kapalı, toplum içinde bir ada oluşturan ender dünyalardan biri olduğuna inanıyorum. Az bir çabayla, Robinson"culuk oynanabilir. Böyle bir yaşama gömülene, iki adım ötede bulunan doktorun dairesinden söz ederken, "orada" demek gerekir.
10 Ekim.
Değerli olmak ya da olmamak. Yaratmak ya da yaratamamak. Birinci durumda, her şey kanıtlanmıştır. İstisnasız, her şey. İkinci durum, tam bir Anlamsızlık"tır. Geriye en güzel intiharı seçmek kalır: Evlilik + 40 iş saati ya da tabanca.
Kendimiz olacak zamanımız yok. Yalnızca mutlu olmaya zamanımız var.
Devrimci düşünce, tam anlamıyla insanın, insanlık durumuna karşı çıkışıdır. Bu anlamda, çeşitli görünümler altında, sanatın ve dinin süregiden tek temasıdır. Bir devrim her zaman Tanrılara karşı gerçekleştirilir - Prometheus"tan başlayarak. Bu, insanın yazgısının üstünde hak iddia etmesidir, zorbalar ve soytarı burjuvalar bunun bahanesinden başka bir şey değildir.
Kuşku yok ki bu düşünce, tarihsel eylemi içinde kavranabilir. Bunu kanıtlama iradesini göstermek, boyun eğmemek için Malraux"nun coşkusu gerekir. O coşkuyu kendi özünde ve kendi yazgısında bulmak çok basittir. Bu anlamda, mutluluğun fethini dile getiren bir sanat yapıtı devrimci bir yapıt olabilir.
"Papaz. - Neden insanlarla yaşanmasın, onlarla birlikte hareket edilmesin?
Manfred. - Ruhum onların varlığından tiksiniyor."
Bir kalp, neyle yönetilir? Sevmekle mi? Bu hiç de kesin değil. Aşk acısının ne olduğu bilinebilir, aşkın ne olduğu bilinemez. Aşk bu durumda, yoksunluk, özlem, boş kalmış ellerdir. Coşku duyamıyorum; bana iç sıkıntısı kalıyor. Cennet olduğu sanılan bir cehennem. Oysa, bu bir cehennem. Beni boşluğa terkeden yaşam ve aşk diyorum. Hareket, zorlama, ayrılık, içimde paramparça olmuş bu ışıksız kalp, göz yaşlarının ve aşkın tuzlu tadı.
Albert CAMUS
Yazmak yalnızlık belirtisidir. Hiçbir tedaviye yanıt vermez.
Lacan’ın çaresiz kalabileceği tek konu yalnızlığın dile olan hasretidir. Arabeskin laneti psikanalizde çünkülerle başlayan sorularda gizli.
Ontoloji algılanmaz sıfırdan beri ordadır.
Nedenin soru işaretine ihtiyacı yoktur.
Boyut değiştirmek için intiharı kullanacaksan fiziğe hakim olman gerekir. Zaman saatler olmadan da geçer yalnızlık baki kalır.
7 Temmuz 2011 Perşembe
4 Temmuz 2011 Pazartesi
bu kafa ne kafası: şiir
esrik yitişlerde
eprimiş bir sarkaçtı kösnürlüğüm
ne renkti aidiyet aşmazının sarmalları
rigor mortis kadar apaydınlık
ve büsbütün ayrıksı bir antoloji
Eski Koltuklar
Ersin Karabulut'un "Eski koltuklar" adlı öyküsünden uyarlanmış anlamlı bir yapım.
karikatüre de buradan ulaşılabilir.
iyi seyirler.
3 Temmuz 2011 Pazar
1 Temmuz 2011 Cuma
21 Haziran 2011 Salı
kısa aşka kısa notlar
hep erken kaybettiğimden
mütevazı bir zaferdi yaşamak
sen geceleri uykuya aracı sanırsın
fakat geceler çok daha fazlasıdır
zamanın ölçülebildiği anlarda
tadı yok kelimelerin
pişmanlık yaklaşırken usulca içki masalarına
sükut bir beden dili
ruhlar hırpalanmış
zihinler bataklık
anlatılmayacak hikaye kalana dek
bozulacak yeminler
dionysos ve zeigarnik kahkahalar atarken
paradoksuna yorgun düşülen aşklar
fondiplenecek piç gecelerde
mütevazı bir zaferdi yaşamak
sen geceleri uykuya aracı sanırsın
fakat geceler çok daha fazlasıdır
zamanın ölçülebildiği anlarda
tadı yok kelimelerin
pişmanlık yaklaşırken usulca içki masalarına
sükut bir beden dili
ruhlar hırpalanmış
zihinler bataklık
anlatılmayacak hikaye kalana dek
bozulacak yeminler
dionysos ve zeigarnik kahkahalar atarken
paradoksuna yorgun düşülen aşklar
fondiplenecek piç gecelerde
20 Haziran 2011 Pazartesi
"biz futbolun sahte dünyasının içindeyiz. bu tamamen düzmece bir dünya. bize basit bir oyun oynamamız için milyonlarca dolar ödeniyor. ama biz sadece sistemin devam etmesi için kendini satan köleleriz. ben sadece futbolcu almeyda değilim. bir insanım, bir babayım ve bir çiftçiyim. işte bu benim. ve futbolun içinde kaldığım her gün gerçek almeyda’dan uzaklaşıp, kişiliğimi yitiriyorum"
19 Haziran 2011 Pazar
Nerede Kalmıştık
I
ruhumun tekabülüne zikreden gecelerde
yaşamaya alışıyorum
sevmeye kalkışıyorum
her aşkın arka bahçesinde gölgede kalıyorum
duruyorum yalnızlığa cepheden
gözlerinin içine bakamadan
son sözümü bitiremeden
yine kendimi ihtiyatsız kaçışlarda buluyorum
II
Sırra kadem basmış cümlelerde gizli özneyim
Talan edilmiş vakitlerde gezerken kayıp kelimelerim
Bir damla gözyaşına eşlik eder kadehteki dudak izlerin
Hiçlikten öte gidemeyen yalnızlıktır mabedlerim
Tenha bir özlemdir apansız susmaların
Günah kadar suçlu gecelerde
Kuşatır ruhumu ipek saçların,
hayallerimin ikamesi masum gözlerin
Lal olur kelimeler
Öksüz kalır cümleler
III
Kızıl bir tan vaktinde düştün düşlerimde
Çığlık ile çığın hezeyanında arada kaldım
Neşter gibi keserken varlığın varlığımı
Acıtmıyor söylediğin hiçbir söz
Durağan bir yorumsuzluk dilimde darmadağın
Güzelliğinin narkozundayken
Bana ne yaptın?
Ansızın bir nağme süzülür derinlerde
Fonda yağmur sesi
Avuçlarımda avuntular
Gülümserken tanrıya
Yanıma gel
Ah nasıl da hoyrat geçiyor zaman
Yalnızlığa sen alıştırdın beni
Önce küçük dozlarla
Sonra gece gelen krizlerle
Demlendi hayat kopan takvim sayfalarında
Dualar sessizliğe hapsoldu yasaklanmış ruhlarda
Seni bana bağlayacak bir “bağlaç” bulamadım
Her şey bitti senin”ile”
Ben gerçekten düşe gittim, sen düşten sonsuza
Kim unutturabilir seni bana benden başka
Artık ölüm masum bir seçimken kim inandırabilir beni kadere
IV
bir rüzgar çıkıp gelir geçmişten ayaza sarar geceyi
hüzünbaz bir hikaye fısıldar
zamanından önce bir kahraman ölür
gözlerin dolar
dirilir çığlıklar
sus, sessiz ol
tanrı bizi terk ederken
yitirdim aklımı bir meleğin yüzünde
yüreğim ellerinde
unutursun
sen en çok inandığım yemin
sen karanlığa açamadığım gözlerimsin
18 Haziran 2011 Cumartesi
16 Haziran 2011 Perşembe
Seni Aşk Adına Tutukluyorum
Yaşamaktan ziyade sevmek için atan çekingen kalp atışlarıydı aşk.
İradesiz zaman kayıpları yaşıyorum gerçekleşmeyecek düşlerde
Yağmur sesinden hasret besteleri yapıyorum gecelerde
Her ilkbahardan sonbahara fire veriyorum
kalbimin toprak damlarında
Ötenazi hakkını kullanmak isteyenlere
Vasiyet için bir kâğıt bir kalem var ilkyardım çantalarında
Asansörde birbirinin yüzüne bakamayan insanlar kadar yabancı değildik aslında
Fakat yine de kaçamak bakışlar haricinde bakamıyorduk birbirimize
Konuşmalar sonuçtan uzak
Uzun tartışmaların himayesi altında
----------------------
Değeri yaşarken anlaşılmayan
bir şairin yüreğindeki kâğıt kesiğinden daha çok acı veriyor hayaller
ve elindeki siyah mürekkep lekesinden daha karanlık düşünceler
Bir parça strafor yeterdi oysa çocukken mutlu olmaya
Kaçamadık yıllardan
yakaladı yakamızdan
Büyüdükçe farklılaştık
Farklılaştıkça yalnızlaştık
Yıllar geçtikçe kaybettiğim savaşların tekdüzeliğinden
hatıralara biat ediyorum şimdilerde
Kâbuslarla dans ettiğim bir şafak baskınında
Seni aşk adına tutukluyorum
Yalnız kalmama hakkına sahipsin
İradesiz zaman kayıpları yaşıyorum gerçekleşmeyecek düşlerde
Yağmur sesinden hasret besteleri yapıyorum gecelerde
Her ilkbahardan sonbahara fire veriyorum
kalbimin toprak damlarında
Ötenazi hakkını kullanmak isteyenlere
Vasiyet için bir kâğıt bir kalem var ilkyardım çantalarında
Asansörde birbirinin yüzüne bakamayan insanlar kadar yabancı değildik aslında
Fakat yine de kaçamak bakışlar haricinde bakamıyorduk birbirimize
Konuşmalar sonuçtan uzak
Uzun tartışmaların himayesi altında
----------------------
Değeri yaşarken anlaşılmayan
bir şairin yüreğindeki kâğıt kesiğinden daha çok acı veriyor hayaller
ve elindeki siyah mürekkep lekesinden daha karanlık düşünceler
Bir parça strafor yeterdi oysa çocukken mutlu olmaya
Kaçamadık yıllardan
yakaladı yakamızdan
Büyüdükçe farklılaştık
Farklılaştıkça yalnızlaştık
Yıllar geçtikçe kaybettiğim savaşların tekdüzeliğinden
hatıralara biat ediyorum şimdilerde
Kâbuslarla dans ettiğim bir şafak baskınında
Seni aşk adına tutukluyorum
Yalnız kalmama hakkına sahipsin
15 Haziran 2011 Çarşamba
Nefes
toz kanatlı kelebekler gibi dokunmamak lazımdı geçmişe
hayıflanıyor insan boş bir duvara bakarken
zayıflıyor maneviyatının boş kilerinde
bir nefes ötedeyken ayrılık
soluksuz kalmayı yeğlerdim
ayrılıktan başka her şey yakışırdı o güne
biz zor olanı başardık
ayrıldık bu sonbahar kokan ilkbahar gününde
ve ben şimdi
şiddetli yalnızlıktan dolayı birleşme kararı veren
bir hakim arıyorum kalbimin gri mahkeme koridorlarında.
4 Haziran 2011 Cumartesi
3 Haziran 2011 Cuma
ölmek ya da yaşarken ölmek işte bütün mesele bu
ayda saklıdır yasta kalan
göstermez yarasını
mermer gibi ışıldar.
hüzünlü bir coğrafyada
gece son sözünü söylemeden
ağlamak bile işe yaramaz.
uykuda öldürülür hasretler
sabahlar kan revan…
bir yetimin gözlerine istesen de bakamazsın
intihara sürükler durduk yere
sessizlik yalnızlığın senfonisi olur
ve yalnızlık 21. Yüzyılın doğal seleksiyonudur
vicdan aramakla bulunmaz
mizahın karasıdır elde kalan
Afrika’dan kara değildir hiçbir yoksulluk
başucu eseri “nefret” olan insanlık için
talan kalan meselesidir hayat
ne kadar çaresiz kalsan da
Orta Doğu'dan daha aciz değildir hiçbir yoksunluk
2 Haziran 2011 Perşembe
Elsiane - Paranoia
bazı sesler vardır çok tanıdık gelir. aklını çeler bir siren'in çığlığı, anlamsızlaşır mantık yalpalarsın. en nefret ettiğin kelimenin içinde bulursun kendini "saçmalama".
1 Haziran 2011 Çarşamba
Umurumda Kalan
Sadede gelecek günler
Saadete erecek günlerden fazla
Sığınak misali her bulutlu gece
Yüreğe düşen bomba misali yağmur sesleri
Yosun tutuyor hatıralar
Naftalinleniyor duygular bir daha açılmayacak sandıklarda
Çok ağlıyor yılın bu zamanlarında yüreğin kurak kısımları
Seyyar efkarlar taşıyorum gittiğim her yere
Kefaletle salıverilmelere alışık değilim ama
Kimliğimden çok yüreğimi esir bıraktığım çok olmuştur
Seveceğini bilsem kendimi de sana bırakırdım
Mahalli sancıların küresel savaşlarındayım
Çelişkilerde endişeye sebep çok
Çekişmelerde nefrete mahal yok
Benim için yazılan bir intihar mektubu kadar
Edebi ve ebedi son sözlerin
Umurumda kalan binlerce söze bedel gözlerin
Şizofrenik monologlara gebe uykusuz kalan her gece
İnkar edilesi ayrılıkların yalan makinesindeyim
Elim, kolum, yüreğim bağlı…
Söylediğim her şey gerçeğe teyitli yalana meyilli
İnanma!
Kaygılarım alıştığım kaybetme korkusundan
Kızma!
30 Mayıs 2011 Pazartesi
29 Mayıs 2011 Pazar
28 Mayıs 2011 Cumartesi
Aşk-ı Zehir
sen aşk-ı zehir
cemali panzehir
ben sözcükleri viran
yüreği buhranım
sen dudakları neşter
zihni firarda
ben fikri mahkum
zikri bitabım
cemali panzehir
ben sözcükleri viran
yüreği buhranım
sen dudakları neşter
zihni firarda
ben fikri mahkum
zikri bitabım
25 Mayıs 2011 Çarşamba
Hakan Vreskala - Kurdî nizanim
xezala min, delala min, / ez kurdî nizanim / keca, kurdan, jiyana min / ez te hez dikim / gellek // türk kürt kardeş falan değil / ayan beyan sevgilidir / ayıran kalleş değil ancak / hayatın tam da kendisidir
sen silvan’ın çorak ovalarında /ben kordon’un arka sokaklarında / büyütülmüşüz bunca zaman / teslim oldum kaderime inan
dinlemem kimseyi / gönlümün eylemi / bir temenni benimki / yaşasın halkların aşkı
xezala min, delala min, / ez kurdî nizanim / keca kurda min jiyana min / ez te hez dikim // gellek
her öpüşmemiz daraltacak / ırkçıya faşiste dünyayı / her sevişmemiz yol açacak / yeni bir kozmik ışımaya
kudurup köpürseler bile / keçe kürdamsın böyle biline / sözleri şivan perwer yazdı / sezen aksu besteledi bu aşkı
dinlemem kimseyi / gönlümün eylemi / bir temenni benimki / yaşasın halkların aşkı
xezala min, delala min, / ez kurdî nizanim / keca, kurdan, jiyana min / ez te hez dikim // gellek
iyi dinle iyi oku faşo
Kıyamet Sessizliği
Yaralı bir kuşa dokunmaya cesaret edemeyen eller gibi
ürkek ve endişeli zaman
Yelkovanın kaderi akrebin pervanesi olmak
Seni seviyorum demek en ağır küfür sanki
Sözcüklerin taşıyamayacağı
hiçbir şairin yaltakçılık yapamayacağı
hüsranlarım var gözlerimde
İyi halden çıkıp gitmek varken bu diyardan
Asilik sarıyor dört bir yanımı
Uzun bir kıyamet sessizliği her gece
Yine hasret çiseliyor şehre sindire sindire
anla ki; ağlıyor bir sevgili yine
Gecesine küsmüş yıldızlar kadar dargınım
Sönüyorum yavaş yavaş
Külden hayaller yapıp
Savuruyorum katran karası gökyüzüne
Falez kıyılardan dalıyorum tekrar sersefil bir hüzne
ürkek ve endişeli zaman
Yelkovanın kaderi akrebin pervanesi olmak
Seni seviyorum demek en ağır küfür sanki
Sözcüklerin taşıyamayacağı
hiçbir şairin yaltakçılık yapamayacağı
hüsranlarım var gözlerimde
İyi halden çıkıp gitmek varken bu diyardan
Asilik sarıyor dört bir yanımı
Uzun bir kıyamet sessizliği her gece
Yine hasret çiseliyor şehre sindire sindire
anla ki; ağlıyor bir sevgili yine
Gecesine küsmüş yıldızlar kadar dargınım
Sönüyorum yavaş yavaş
Külden hayaller yapıp
Savuruyorum katran karası gökyüzüne
Falez kıyılardan dalıyorum tekrar sersefil bir hüzne
24 Mayıs 2011 Salı
21 Mayıs 2011 Cumartesi
20 Mayıs 2011 Cuma
19 Mayıs 2011 Perşembe
Game of Thrones
Uzun zamandır fantastik mecradaki boşluğu doldurabilecek bir yapıt bekledim hobbit ha çıktı çıkacak derken "Game of Thrones" ile tanıştım. ilk 5 bölüm son derece keyifliydi. umarım spartacus gibi izlenme pahasına kendini tekrar eden bir dizi kıvamına düşmez.
Sean Bean her zamanki gibi oyunculuğunu konuşturuyor. Peter Dinklage keza o da öyle. gerek kurgusu gerek mekan ve sahneler arası geçişleriyle insanı ekrana kitleyeceğe benziyor kısaca izleyelim izlettirelim.
18 Mayıs 2011 Çarşamba
insan en az üç kişidir
...Kendisi, olmak istediği kişi ve aradaki farkta yaşayan üçüncü. En sahicisi de bu üçüncüdür. Olmak istediğin kişiden kendini çıkardığında, aradaki farkta yaşayan kişidir en çok sana benzeyen. Ne kendin kadar huzursuz ne de olmak istediğin kişi kadar hayalidir o. Yine bu yüzden iki insanın birbirine âşık olması en az altı kişi arasında geçen bir hadisedir. Hangi kişiliğinin hangi kişiliğe, hangi parçanın hangi parçaya özlem duyduğunu çözemediğinde, içmeyi unuttuğun sigara parmaklarını yakana kadar karşı duvara bakarsın.'
- Emrah Serbes -
16 Mayıs 2011 Pazartesi
15 Mayıs 2011 Pazar
14 Mayıs 2011 Cumartesi
Menzil
mızrap şarkılardan çok bir yüreği kanatırken
her şey öylesine olması gerektiği gibidir ki
düzenini düzdüğümün dünyasında
ayrılık bile sırıtmaz
hüznün şarabı sel olup akarken
her kelime kanatır kabuk bağlamış yar(a)ları
üryan yalanların oyun alanı
nikotin gecesi sürerken
zifirin yolcuğu dolunaya
hayaletin bu gece bu şehirde
ilmik kaybedenlerin kravatı
menzil kefen kadar beyaz bir tavan
sentetik kahkahalar ve
bir aptalı sarhoş edecek kadar promil
ahlak polisi kapıda
daha önce aşık olmamış robotik bir ses
yüksek sesle ağlamayınız
komşular rahatsız oluyor!
- Umut Yalçın -
her şey öylesine olması gerektiği gibidir ki
düzenini düzdüğümün dünyasında
ayrılık bile sırıtmaz
hüznün şarabı sel olup akarken
her kelime kanatır kabuk bağlamış yar(a)ları
üryan yalanların oyun alanı
nikotin gecesi sürerken
zifirin yolcuğu dolunaya
hayaletin bu gece bu şehirde
ilmik kaybedenlerin kravatı
menzil kefen kadar beyaz bir tavan
sentetik kahkahalar ve
bir aptalı sarhoş edecek kadar promil
ahlak polisi kapıda
daha önce aşık olmamış robotik bir ses
yüksek sesle ağlamayınız
komşular rahatsız oluyor!
- Umut Yalçın -
The White Stripes - Blue Orchid
acaip bir tılsımları var jack ve meg'in müziklerini beğenmeyenler bile dinlemekten veya izlemekten kaçamıyorlar.
9 Mayıs 2011 Pazartesi
5 Mayıs 2011 Perşembe
Zindan
raks eder gece
rakı bardağında
nükseder sessizlik
kırağı eylül şafağında
üşüşür sensizlik
tanrıyı düşünürsün
adil olmadığını,
yalnızlığı eşit dağıtmadığını
o sana yeni tasvirler çizerken
sen affedersin onu
susar zaman
kusar nefret
bir sır tutarsın
titrer hece
uzar gece
unutmak için
umutlarına toplu mezarlar kazarsın
oysa ki;
kararlı bir intihara eşdeğer
imtihandır her gece.
- U. Yalçın -
rakı bardağında
nükseder sessizlik
kırağı eylül şafağında
üşüşür sensizlik
tanrıyı düşünürsün
adil olmadığını,
yalnızlığı eşit dağıtmadığını
o sana yeni tasvirler çizerken
sen affedersin onu
susar zaman
kusar nefret
bir sır tutarsın
titrer hece
uzar gece
unutmak için
umutlarına toplu mezarlar kazarsın
oysa ki;
kararlı bir intihara eşdeğer
imtihandır her gece.
- U. Yalçın -
Ud ve Kanunun Aşkı
gece buram buram kürdili hicazkâr kokarken
bir peşrevde bitiyor ud ve kanunun aşkı..
suskunluk faslı başlıyor.
mızrapta taksim ölüsü bir şaşkı.
hep başka yerden devamı
hüzzâmın kucağında yiten
ud ve kanunun aşkına
gecenin büyüsü neden
mucizevi bir hüzün mızrapta dirilirken
kadehin boş yüzüdür
dolmalara küfreden
ud ve kanunun aşkı bir hüzündür
gecenin zifri nâğmelerde öldüğünde
makâmınca isyanı
hüzün üryândır
''emre yılmaz''
Yürek için ihtar vakti
Ecza dolabına çarparak alnını kanatıyorsun, dalgınlıkla. Sonra elini aynı dolabın içine doğru uzatıyor ve belki yarabandı kalmıştır diye umut ediyorsun.
Alınyazını kanrevan edenden, medet umuyorsun yani bir bakıma…
Sanırım, Aşk da tam böyle bir şey işte!
- Özgür Gümüşsoy -
Alınyazını kanrevan edenden, medet umuyorsun yani bir bakıma…
Sanırım, Aşk da tam böyle bir şey işte!
- Özgür Gümüşsoy -
Memento Mori
Hasta olduğun için değil, hayatta olduğun için öleceksin - Seneca... Ah zavallı varlık, ah küçük insan ve senin kör hayatın. Ne biliyorsun şu dünyada? Nereden geldin, nereye gidiyorsun? Çok para kazandın mı bakalım bugün? Yarın sabah öleceğini biliyor musun?
İnsan iki kere kördür. Bir kere yaratılıştan kördür; yaşarken de o körlükle kendi manevi körlüğünü yaratır, bu da iki... Bu yazıda “doğuştan kör” olma konusuna hiç girmeyeceğim, çünkü bu hastalığın çaresi yok. İnsan eliyle yaratılan manevi körlüğe gelince; sen karar veremezsin hiçbir şeye, çünkü sen insanoğlu korkaksın. Bu korku senin bilinçaltına yerleştirildi, nesillerdir ve nesillerdir senin genlerinde bu korku geni kayıtlı. Sen doğuştan kör bir hayatı yaşamaya zaten mahkumsun. O halde bu yaradılıştan mahkumiyeti neden eğlenceli bir hale getirmeyi denemiyorsun ya da bu kadar zorsa hayat ve bu kadar korkuyorsan, neden onurunla ve özgür iradenle sonlandırmıyorsun? Neden her sabah nefretle kalkıp kazanacağın paranın hesabını yapıp, çıkaracağın savaşların gelirini hesaplıyorsun? Neden bu sabah gözlerini açıp artık kör değilim demiyorsun? Özgür olmak korku veriyor değil mi?
Pis bir koku var havada, görünmeyen yapışkan bir tutkalın kokusu gibi, birbirinden nefret eden, birbirlerini rakip bellemiş bir sürünün fertlerinin kekremsi, peltek, devingen hayat akışkanından geliyor bu koku. Şartlı reflekslere dönüşen acı dolu hayatlar. Kendini akıllı sanıyorsun değil mi, her şeyi bildiğini, işini iyi yaptığını zannediyorsun değil mi? Üstündekinin altında bir faresin, altındakinin üstünde bir kaplan. Kes artık başını sallamayı ve ellerini ovuşturmayı ve zannetme ki senden nefret ediyorum, ben seni kabul ettim…
Dünyadaki her kötülüğün sebebi ölüm korkusu olabilir mi? Şu kısacık hayatta mutlu olma arzusu, metayı satın almak için gerekli para için savaşlar çıkartmanın altındaki sebep; şu ölüm korkusu!
Peki, sen kimsin? Neden bu kadar zavallısın? Yalnız kalmak, sürüden ayrılmak seni neden bu kadar korkutuyor. Ölmek nedir? Buna kim karar verir? Bu tamamen bir tesadüf mü, yoksa ilahi bir plan mı? Peki, kendi bilinçüstünün kararı olabilir mi acaba ölüm? Bilinçüstü kimdir? Bilinçüstü ben, Yunus Emre’nin “Bir ben var benden içeri” aforizmasının tam karşına geçip oturabilir mi? Ya da Rimbaud’un dediği gibi “Ben bir başkası” mıdır?
Başkası kimdir? Tanrı mıdır? Yoksa çok daha mı karmaşık bir mesele bu? Ya da ölüm çok daha basiti; bir “fişten çekiliş” midir?
Fizik kanunları perspektifinden bakıldığında ölümün bir fişten çekiliş olması artık biraz sığ bir düşünce... Enerji, yok olmayan ancak form değiştiren bir süreç. Brahmanizm’in dediği gibi… Yaşam mikrokozmosdan makrokozmosa bir enerji sarmalı. Ne bir eksik, ne bir fazla… Ve sonunda bilim Bootstrap hipotezi ile tanrıya kavuşmadı mı? Sana soruyorum Nietzsche!
Kozmik bir enerji girmiş yerleşmiş beynimize, akıl demişiz ona. Beyindeki akıl, öldüremediğimiz o enerji yani ruhsal enerjinin ta kendisi olabilir mi? Hatta çok daha fazlası? Beden dediğimiz materyal, doğası gereği kozmik enerjimizin tamamını kullanmamıza izin vermez (bu zaten doğuştan körlüğün ta kendisidir). Beden bir gün gelir de kullanılamaz hale gelince akıl bedenden ayrılır. Ruh bedeni terk eder ya da kozmik enerji beyinden dışarı çıkar. Bundan sonra yeni bir hayat için yeni bir bedene mi geçer, yoksa göklerin katında ahiret gününü mü bekler? Bu zaten benim meselem değil. Bu doğuştan körlükle daha fazlasını nasıl düşüneyim?
Ölüm, doğuştan körlerin bilinmezi olduğu için bu kadar korkulası bir olgu. Ancak bu hastalıktan bugüne kadar kurtulan olmamışsa, neden çaresiz zavallılar gibi ölümün gelip bizi alacağı anı bekleriz? Bu kadar önemsenmeli mi ölüm? Seneca, bilge bir insanın ölümü bile küçümsemesi gerektiğini vurgular. Çünkü Seneca’ya göre ölümün yaşam kadar doğal bir süreç olduğunu ancak bir bilge kavrayabilir. Bilgelik, bir amaç ise kişi kötülüklerin başı olarak sayılan ölümü özümseyerek bu engeli aşmalıdır. Seneca “Tanrısal Öngörü” adlı eserinde şöyle diyor; “Yüce bir ruh tanrıya itaat etmeli ve evrenin yasası (lex universi) ne emrederse duraksamadan yerine getirmelidir. Bu durumda ya tanrıyla birlikte daha aydınlık ve daha dingin bir şekilde yaşamak üzere daha iyi bir yaşama yollanacak ya da hiçbir zarara uğramadan kendi doğasına karışacak ve bütüne geri dönecektir”. (Kabalcı yay. Seneca, “Tanrısal Öngörü-De Providentia” s.21) (Seneca da aklının ermediği bu denkleme kafa yormaktansa üç olasılığın da varlığı üzerinden mi kuruyor düşüncesini? İlk olarak “…tanrıyla birlikte daha aydınlık ve daha dingin bir şekilde yaşamak üzere…”, anlatımını tek tanrılı dinlerdeki tanrının yanına çıkmak olarak okumuyorum. Bu düşünce daha çok Stoacı akılla değerlendirilmelidir. Ve “…daha iyi bir yaşama yollanacak…” bir çok Doğu ve modern inanç sistemindeki gibi reenkarnasyon fikri ile yakınlaşsa da bu düşünce şekli Antik Yunan için sığ kalacaktır.
Son olarak da “…hiçbir zarara uğramadan kendi doğasına karışacak ve bütüne geri dönecektir…” Bu ihtimalle ise Seneca, Brahmanizm ve ondan türeyen, Budizm, Hinduizm ve diğer akraba öğretilerle benzeşiyor. Ve tabii günümüz bilimi ile yani Bootstrap teoremi ile… Seneca’nın bu ifadesi, o dönemde birbirine teğet geçmiş ama aslında iki temelden farklı düşünce sistemi olarak değerlendirilmeli. Çünkü batı toplumu dualisttir (günümüzde dahi). Halen kullanılagelen bilim genel anlamda Batı kaynaklıdır ve Antik Yunan düşüncesinden kaynaklanarak doğadaki her maddeyi temel bileşenlerine ayırır. Oysa Budizm’in ve onunla bugün bilimsel yolla paralellik içine giren yeni fizikin kullandığı Bootstrap, atomaltı maddenin hem kuantum, hem de rölativistik yönlerini son sınırına kadar uzatır ve matematiksel çatısını s-matriks kavramı üzerine kurar. Bu hipoteze göre doğa, maddenin temel yapı taşları gibi temel birimlere indirgenemez, nesneler, karşılıklı tutarlı ilişkiler sayesinde ayakta dururlar, dinamik bir karşılıklı olaylar ağıdır. Bir sanatçının elinden çıkmış bir sanat eseri gibi…)
Stoacılar, ölümü seçebilmeyi ve vaktine karar vermeyi erdem sayarlar… Seneca, bir Stoacıdır ve ölümün şeklini kişinin kendisi belirlemesi gerektiğine inanır. Seneca’ya göre fazla yaşamak ölümün geliş süresini uzatmaktan başka bir şey değildir; “Hasta olduğun için değil, hayatta olduğun için öleceksin”.
Stoacılıkta doğadaki tek varlık nesnelerdir ve tüm nesnelerin etkin ilkesi maddeden ayrılmaz kabul edilen “neden ve kuvvet”tir. Kuvvet nesneyle doğru orantılıdır. Kuvvet maddeye işler ve uzayı doldurur. Bu dünyadaki ve evrendeki uyumu yaratır; dolayısıyla tanrıdır.
Stoacılık’ın evren yasası, 3 büyük ilkeden meydana gelir. Fatum; (kutsal söz, yazgı, kader, kısmet, tanrısal irade ve ölüm); Providentia (önceden görme, sağduyu); Fortuna (şans, talih). Stoacılıkta insan her şeyi tanrıdan beklemez. Çünkü Fatum, insanların olduğu gibi tanrının da üzerindedir. Tanrı da bu yasaya dahildir ve tanrının yaptıkları bellidir ama insan iradesiyle Fortuna’nın üstesinden gelip onun önüne geçebilir ve kendi Fatum’unu yaratabilir. Öte yandan evren, Providentia yani kutsal öngörü ile yönetilir. Evren, insanlar ve tanrılar için yaratılmıştır. Stoacı bir diğer düşünür Cicero’ya göre evren tanrıların ve insanların beraber yaşadığı bir yuvadır. Ve yine Cicero’ya göre (ve gerek Seneca’ya göre) Tanrı, insanlığın kurtuluşu için bazen bireyleri feda edebilir. Birey ise bu bilince ulaşmış olmalı ve gerektiğinde kendi ölümüne kendi özgür iradesiyle karar verebilmelidir.
Japon tradisyonundan gelen bir gelenek ise Seppuku, ya da bilinen diğer adı ile Hara-kiri, aynı İskandinav halklarında savaşta ölmeyip yaşlananların kendini yüksek bir yerden atmaları gibi tamamen onur ve öz iradeye bağlıdır. Jainizm ve Budizm insanoğlunun acılarından kurtulmak için yaşama sevincini öldürmesi gerektiğinden söz eder. Platon intihar edenlerin şerefsizce gömülmesini öğütler ancak bu onurla ilgili katlanılması büyük bir utançla veya hastalıkla ilgiliyse buna anlayış gösterilmelidir. Aristo savaştaki intiharı onurlu bulur ancak ona göre hayata ve dünya nimetlerine yüz çevirmek affedilmezdir. Öte yandan kendisi de yaşlandığında intihar eden Zenon, intihar etme hakkının bireyin kendisinde saklı olduğunu ilk savunanlardandır. Hegesias, “Yaşamanın yolunu seçtiğimiz gibi ölmenin de yolunu kendimiz seçmeliyiz” der. Montaigne de intiharın kişinin iradesinde olması gerektiğine inanmakla birlikte, o sadece hayattan umduğunu bulamayanlara intiharı salık verir. Schopenhauer’e göre intihar, ölümün ötesine duyulan meraktır ama metafizik bir meraktan kaç kişi kendini öldürebilir? Nietzsche ise intihara karşı çıkmaz, hatta bunu bir hak ve armağan olarak da değerlendirir. Bazen ölmek korkaklık olduğu gibi kimi zaman ise yaşamak korkaklıktır…
Ah zavallı kör insan, mekanikleşmiş hayatının bir yeni gününe daha başlıyorsun, dur da bir düşün ve hayata müdahale etmekten vazgeç, her şeyi olduğu gibi kabul et. Kabul ettiğinde ve kabullendiğinde aydınlanacaksın… Kazandığınla yetin, bulduğunla avun, şükretmeyi öğren, fazlasını dağıt, fakirliğin bilgeliğini sür, arsızı izle ve onunla eğlen, kes ağlamayı ve kes sırıtmayı, memento mori, sen de öleceksin arsız adam. Ölüm kapına geldiğinde dik durabilecek misin?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)