4 Mayıs 2011 Çarşamba

Teknolojinin Dayatılması - Kirkpatrick Sale



(Bu metin Kirkpatrick Sale'in “Geleceğe İsyan: Makine Kırıcılar ve Sanayi Devrimine Karşı Savaşları”  adlı kitabından alıntıdır.)


Buhar makinası, özellikle 1776’dan sonraki ilk denendiği yıllarda Watt ve Boulton tarafından mükemmelleştirildiği şekliyle Sanayi Devrimi'nin demirden kalbini oluşturur. Kimi daha doğrudan kullanışlı olan binlerce dahiyane makine ve buluşun varlığına rağmen — İngiltere'de 1770'li yıllarda  294, 1780'li yıllarda 477 ve 1790'li yıllarda 647 patent piyasaya sürüldü, yani bir önceki yüzyıla oranla patent sayısı yaklaşık 2 kat arttı – buhar makinesi, doğadan, coğrafyadan, mevsimlerden ve hava koşullarından, güneş, rüzgar, su, insan ya da hayvan gücünden bir bakıma bağımsız olan, insanlık tarihindeki ilk üretim teknolojisidir. İnsanlara, yalnızca mevcut kömür (ve metal) tedariki ile sınırlı, devamlılık arz eden, tükenmeyen ve insanların kendi kontrollerinde olan bir güç kaynağı ve ayrıca en az çaba veya zaman sarf ederek neredeyse sınırsız çeşitte mal üretme imkânı sağladı. Bu durum, toprağa, emeğe ve yerel değiş tokuşa dayalı organik ekonomiden; benzine, fabrikaya ve dış ticarete dayalı mekanik ekonomiye doğru sıra dışı bir geçişe ve makinelerin insan toplumunda hiçbir zaman olmadıkları kadar güç sahibi olmalarına izin verdi.

Tüm teknolojilerin dâhili ve kaçınılmaz sonuçları yanında insanların kontrol ve isteklerinden ayrı zorunlulukları vardır. Modern güdümbilimin (sibernetik) kurucusu olan matematikçi Norbert Wiener, aynı anda bir çok farklı makineye enerji sağlayabildiği için giderek çok daha yaygınlaşmasına, yüksek yatırım ve işletme maliyetlerini geri ödemek zorunda olduğundan üretimin sürekli artmasına, verim ve ekonomi faktörlerinin zanaatkârlık ve estetik ifadenin yerini almasından dolayı merkezileşme ve uzmanlaşmaya yol açtığını belirttiği  buhar makinesinin ve makinelerin “asıl mahiyetinin” gerektirdiği “teknik belirleyicileri” yazmıştı. Belki buhar makinesi kullanımının yüz yüze insan ilişiklerinin, sosyal iletişimin, insan otonomisinin, kişisel tercih ve becerilerin ister istemez azalmasına yol açacağını da ekleyebilirdi. Hiçbiri, makinelerin çalışmaya devam etmesi kadar önemli sayılamazdı.

Demek ki, damarlarında buhar dolaşan bu demir canavara ve Sanayi Devriminin diğer makinelerine bağlı bir çeşit teknolojik mantık vardır. Bu, Clark Kerr ve ekibinin 1960’larda “sanayileşmenin mantığı” olarak adlandırdığı ve tüm sanayi toplumlarının oldukça benzer görünmelerinin nedeni olan şeydir.

Sanayileşmenin nereye vardığının gözlemlenmesi birkaç on yıldan fazla sürmedi: Devlet müdahalesi ve kontrol ile yönetilen geniş ölçekli üretim birimleri, makinelerin artan karmaşıklığı ve gelişimi, eğitim ve sosyal statü sonucu iş bölümü, pazarların, kaynakların ve atıkların genişlemesi -  Kerr araştırmacılarının yüz elli yıl sonra sanayileşmeyi takip ettikleri her yerde buldukları tüm fenomenler. Kerr daha az vurgu yapsa da, sanayileşme aynı zamanda sosyal ve politik sonuçlara da sebep oldu ve olmaktadır: çiftlik nüfuslarının sıkıştırılması ve şehirlerin kontrol edilemez bir şekilde büyümesi, kendine güvenen toplulukların içinin boşaltılması, merkezi hükümetlerin genişlemesi, bilimin hakim ideoloji olarak ön plana çıkarılması, zengin ve fakir arasındaki uçurumun artması ve kar, büyüme, mülkiyet ve tüketime dair hakim değerler. 19. yüzyıl başlarında İngiltere'de; 19. yüzyıl sonlarında Amerika Birleşik Devletleri'nde ve 20. yüzyılda Japonya’da böyleydi. Sanayileşme sürecinde olan her yerde de kesinlikle bu şekilde olduğu görülmektedir.

Watt'ın temel makinesine - Yunanlılar tarafından iki bin yıl öncesinden beri bilinen makinenin demirden yapılmış formuna* - çok fazla anlam yüklenmiş olabilir, ancak o dönemde makine gürültüsünde yaşayan kişilerin böyle bir kuşkusu yoktu. Peter Gaskell 1833’de İngiltere'deki Üretici Nüfus adlı çalışmasında “Büyük bir ulusun ahlaki ve sosyal koşullarında şimdiye kadar yapılan en çarpıcı devrimlerden birinin, buharın makineye uygulanmasının sonucu” olduğunu söyledi. O zamana kadar buhar makinesi Gaskell’in hesaplarına göre 2.5 milyon kişinin görevini yapmaktaydı ve 1831’deki tahmini nüfus sayısına göre üretimde yaklaşık toplam 3 milyon kişi yer almaktaydı. Bu durum, buhar makinesinin icadından yalnızca 40 yıl sonra tüm iş gücüne eşit oranda üretim yaptığını göstermektedir. Aslında Gaskell, makineleri üretenler hariç İngiliz işçisinin sonuna gelindiği, “insan emeğinin yerine geçme eğiliminde olan mekanik buluşlardaki engin ve aralıksız gelişmelerin çok yakında insan emeğine olan talebi ortadan kaldıracağını” konusunda uyarıda bulundu.

Buhar ilk olarak tekstil sanayisine etki etti. Bu fabrikalar, ipliklerin yıkanması ve hazırlanması için gereken suyu sağlayan Pennine tepelerinden akan derelerin ve kumaş üretmek için uygun olan nemli havayı sağlayan İrlanda Denizi’ndeki hava sistemlerinin bulunduğu yerlerde kuruldu. Kurulan ilk fabrikalar enerji için Pennine derelerini kullanmaktaydı ancak bu kaynağın belirsiz oluşu — çoğu değirmen derelerin akışlarının yavaşladığı yaz ayları boyunca kullanılmamaktaydı — buhar makinesi ve sağladığı kesintisiz enerji, özellikle buhar için gerekli kömür yatakları barındıran Albion bölgesi için çok cazipti. 1800 yılında, yani buhar makinelerinin fabrikalarda kullanımın başlamasından 10 yıl kadar sonra, İngiltere’de yaklaşık 2,191 buhar makinesinin kullanımda olduğu ve bunların tekstil ticaretinde kullanılan 460 kadarının tüm pamuk üretiminin çeyreğinden sorumlu olduğu düşünülmekteydi. Carlyle, bu makinelerden “ateşten boğazı ve asla dinlenmeyen balyozu olan kasvetli demirci ocakları” olarak bahsetti. 1813 yılında buhar ile çalışan 2.400 tekstil dokuma makinesinin olduğu ancak 1820 yılında bu sayının 14.150’ye çıktığı ve pamuk üretiminde mevcut fabrikaların hâkimiyetinin yün, ipek ve diğer alanlara da yayılmasıyla yalnızca 10 yıl sonra 100.000’i aşan rakamlara ulaşmış olduğu tahmin edilmektedir. Uzmanlara göre Sanayi Devrimi’nin başında iki yüz ya da üç yüz kişinin yaptığı bir işi tek bir işçi yapabilmekteydi. Bu, “modern zamanların böbürlenebileceği, insan bilimi tarafından doğa güçlerine karşı sağlanmış hâkimiyetinin en çarpıcı örneği”dir.

Büyük sanayi kurumlarının bir süredir bilinmesine rağmen - 16. Yüzyılda Venedik’teki ünlü askeri depo, iş bölümü ve seri üretim gibi pek çok açıdan bir fabrikaydı, ancak ilk fabrika sistemini üreten buhar makinesiyle başlayan Sanayi Devrimiydi - yalnızca makine değil insan dahil tüm üretim sürecindeki geniş çaplı ve yoğun faaliyet, az çok izole edilmiş ve değişebilen parçalardan oluşmaktaydı. 1823 yılında Alman bir ziyaretçinin belirttiği gibi bu şekli alması çok kısa sürdü:

“Buradaki makineler ve onları barındıran fabrika dedikleri binalar bana göre modern mucizelerdir. Bu binalar yedi veya sekiz katlı, bazılarının cephelerinde 40 pencere var ve her bir pencere genellikle dört pencere genişliğinde. Her kat 3.5 metre yüksekliğinde ve tüm uzunluğu boyunca uzanan 2.7 metre genişliğinde kemerlere sahip. Sütunlar demirden yapılmış ve destekleyici kiriş görevi görmekte... Yüz tanesi sabit bir şekilde aynen otuz dört yıl önce dikildikleri gibi duruyor. Bu binalar tüm civara hâkim, yüksek bir konumda. Ayrıca fabrikanın kendisinden bile yüksek iğne gibi bacalarının nasıl ayakta durduklarını hayal etmek zor. Fabrikanın tamamı, özellikle binlerce pencereden gaz lambalarının ışığı ile aydınlandığı gece vakti görülmeye değer.

İnsanın makinelere katkısı ağır ve sıkıcı işlerden meydana getirilmişti. 1831 yılında Leeds’li bir doktor şöyle dedi:

Makine çalışırken, insanlar da çalışmak zorunda. Erkekler, kadınlar ve çocuklar demir ve buhar ile iş arkadaşıydı; - olabildiğince kırılgan, binlerce acının kaynağı, doğanın kısa süreli bir varoluşla lanetlediği, her an değişen ve çürümek için aceleci davranan - hayvani makine, acı ve yorgunluğa duyarsız demir makineyle eştir.

Fabrika sistemi, en büyük savunucularından Andrew Ure’nin 1835 yılındaki sözleriyle, bu iki makinenin “ortak bir nesnenin üretimi için kesintisiz hareket eden, tamamı otomatik hareket eden bir güce bağlı çeşitli mekanik ve düşünsel organlardan oluşmuş çok büyük bir otomasyonda” çalışmasıdır.

Ure, mekanik ve düşünsel organlar arasında yapılmış bir ayrım olmadığını hissetmiş görünse de “bağlı” burada anahtar sözcüktür. Fabrika sahibinin görevi, işçilerin makinelerin ihtiyaçlarını karşılamak için disiplinli çalışmalarını sağlamaktı. Ure, bundan “insanların düzensiz çalışma alışkanlıklarından vazgeçmeleri ve karmaşık otomasyonun sabit düzenliliğiyle tanımlanmaları için insanların eğitilmesi” olarak bahsetti. Bunun için üç bölümden oluşan bir strateji vardı. Önce, uzun ve esnek olmayan çalışma saatleri; kilitli kapılar ardında, ilk 20-30 yıl boyunca günde 12-14 saat arasında çalışmak bir kural haline gelmiş; bazen saatler 16-18 e kadar yükselmiş ve hiçbir zaman 10'un altına inmedi. Daha sonra çalışanlara yönelik, 1824 senesinde bir pamuk fabrikasında ilan edilenler gibi gittikçe dozu artan cezalar belirlendi (aşağıdaki listede bu 19 cezadan bazıları belirtilmiştir) ve haftalık 24 şilinden daha fazla olmayacak şekilde işçi ücretlerinden kesildi.

Penceresi açık bırakılan her bir eğirme makinesı için : 1 Şilin
Çalışması esnasında kirli bırakılan her bir eğirme makinesi için : 1 Şilin
Uğuldayan her bir eğirme makinesi için : 1 şilin
Son zil çalındıktan sonraki her bir eğirme makinesi için : 2 şilin


 Son olarak, daha çok kadın ve çocuklara karşı ancak herkes için geçerli olan fiziksel güç kullanılıyordu. Cezalar, elinde kırbaç ile iş yerinde aşağı yukarı yürümekle görevli ustabaşılar tarafından infaz edilmekteydi. 1883 yılında yapılan bir parlamento araştırması, sabah  “işe geç kalan” ya da öğleden sonra iş yerinde uykuya kalan çocukların dövüldüğünü belirtmektedir. Bazıları öyle şiddetli dövüldü ki sonuçta hayatlarını kaybetti.


İşçileri disipline etmenin başka bir yayın yolu daha mevcuttu: serbest piyasa ideolojisi tarafından tasdik edilmiş hükümet politikasıyla, İngiltere'deki işçiler, işverenlerinin taleplerine direnemeyecek kadar güçsüz kılındı. 1799 ve 1800 yıllarında çıkan sendika karşıtı yasalarla daha yüksek maaş, kısa çalışma saatleri ya da daha iyi çalışma koşulları elde etmek üzere örgütlenmek ve hatta toplantılara katılmak, para toplamak yasa dışı hale getirildi. Belirli kentlerdeki belirli iş yerlerinde bu kısıtlamaların bir kısmından kaçınılabildiyse de, çoğu işveren, işçiler arasında direniş fark ettiği anda bu yasaları tamamen uygulamaktaydı (ya da uygulamakla tehdit etmekteydi). Hükümet politikaları da, özellikle sanayileşmenin ilk yıllarında mevcut işçi sayısının artmasında etkili oldu (Özellikle İrlandalı işçilerin göç etmelerini sağlayarak ve kırsal bölgelerdeki tarım işçilerini zorlayarak). Her zaman olduğu gibi işçilerin pazarlık etme gücünü elinden almaktaydı. Bu durum, ücretleri daha düşük ve sömürülmeleri daha kolay olan kadınlar ve 4-5 yaşlarındaki çocukların tekstil iş gücüne katılmalarında hiçbir kısıtlama olmamasıyla 1833 yılında kadın ve çocuklar iş gücünün yaklaşık beşte dördünü oluşturuyordu. Tüm bunlar, özellikle, daha kalabalık  ve mal sahiplerinin daha güçlü olduğu yoğun imalat yapılan kentlerde, işçileri yeni sanayi düzeninin çıkarlarına “bağlı” hale getirme amacına hizmet etti.

Böylelikle, hayatı ve yeryüzünü yalnızca birkaç on yıl içerisinde buhar makinesinden önce hiç görülmemiş hatta hayal edilmemiş ölçüde değiştiren bir güce sahip teknolojinin uygulanmasını takiben, “sanayileşmenin mantığı” başarılı oldu. Andrew Ure’nin övündüğü gibi, buhar makinesi, “belirlenmiş görevlerini tamamlayana kadar gecikme ve oyalanmaya asla maruz kalmayan ve sabit bir oranda ilerlemesini teşvik eden İngiliz sanayisinin denetleyici komutanı ve baş etkeniydi”.

* İskenderiye kahramanı, milattan önce 1. yüzyılda ateş ısıtmalı kazan ve tüp kullanan bir buhar makinesi tasarladı ve muhtemelen de inşa etti.  Ancak o dönemdeki Akdeniz toplumları gereken tüm iş gücünü kölelerden sağlıyordu ve Kahraman’ın makinesi göz ardı edildi. 18. yüzyıl İngilteresinde kölelik yasadışı hale gelince ve ucuz iş gücünü kontrol ve idare güçleşince, böylesi bir makinenin icat edilebilmesi için çok büyük çaba sarf edildi.


 Çeviri: Gökçen Demirci

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder